Yeni tehlike ‘veri sömürgeciliği’
ÜRÜN DİRİER/ Bilgi, tarih boyunca özellikle de günümüzde her şeyden daha değerli. Bilginin bir alt türü olan "veri", küresel ekonominin en güçlü para birimlerinden biri haline gelmiş durumda. Dijitalleşme ile birlikte kişisel ve kurumsal verilerin toplanması, işlenmesi ve satılması artık olağan işlerden biri. Ancak bu süreç, verinin üretildiği yer ile kullanıldığı ve kazanca dönüştüğü yer arasındaki güç dengesizliklerini daha da derinleştirerek yeni bir sömürgecilik türünün ortaya çıkmasına neden oldu. Bunun adı, veri sömürgeciliği.
Veri sömürgeciliği, küresel teknoloji devlerinin ve veri tekellerinin, gelişmekte olan ülkelerin veya bireylerin ürettiği veriyi ücretsiz veya düşük maliyetle toplayarak kendi ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda kullanması anlamına geliyor. Tıpkı klasik sömürgecilik döneminde olduğu gibi, bu yeni düzende de kaynaklar (bu kez veri biçiminde) kontrol ediliyor, transfer ediliyor ve merkeze taşınarak yeniden işleniyor. Ancak fark şu ki, bu sömürgecilik biçimi artık fiziksel sınırlarla değil, kodlarla, algoritmalarla ve görünmez sözleşmelerle sürdürülüyor.
Bugün, büyük teknoloji şirketleri milyarlarca insanın kişisel verilerini işleyerek yapay zeka sistemlerini eğitiyor, hedefli reklamcılığı geliştiriyor ve piyasayı domine eden algoritmalar yaratıyor. Üstelik çoğu zaman bu verinin sahipleri, kendi bilgilerinin nasıl ve hangi amaçlarla kullanıldığından bihaber durumda. Verinin bu şekilde tek taraflı kullanımı, bireylerin mahremiyetini tehdit etmenin ötesinde, ekonomik eşitsizlikleri de derinleştiriyor. Çünkü gelişmekte olan ülkeler, kendi halklarının ürettiği veriden ekonomik fayda sağlayamıyor, ancak gelişmiş ülkelerdeki büyük teknoloji şirketleri bu veriyi işleyerek milyarlarca dolarlık gelir elde ediyor.
Peki, veri sömürgeciliği karşısında bireyler ve devletler nasıl önlem alabilir? Veri egemenliği, dijital haklar ve küresel düzenlemeler bu denklemin neresinde yer alıyor?
KLASİK SÖMÜRGECİLİĞİN GÜNÜMÜZDEKİ VERSİYONU
Edinburgh Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü'nden akademisyen Uğuz Özdemir'in aktardıklarına göre, "veri sömürgeciliği" dediğimiz şey, tarihteki klasik sömürgeciliğin günümüze uyarlanmış bir versiyonu gibi. Eskiden nasıl ki devletler veya güçlü şirketler, başka ülkelerin topraklarını ve doğal kaynaklarını ele geçirip kendi çıkarları için kullanırdı, şimdi de büyük teknoloji devleri ya da bazı kurumlar, insanların dijital "topraklarına" yani verilerine erişip, onlardan çıkar sağlıyor. Burada "toprak" kavramını mecazi anlamda kullanıyoruz; aslında kastettiğimiz, internette bıraktığımız her iz, sosyal medya paylaşımlarımız, arama motorlarında yaptığımız sorgular, alışveriş alışkanlıklarımız, akıllı telefonlarımızdaki uygulama verileri, giyilebilir cihazların topladığı sağlık bilgileri gibi son derece geniş bir yelpaze.
"Bu dijital topraklar, veriyi elinde tutan şirket veya devletlere müthiş bir güç veriyor. Çünkü insanların ne aradığını, ne düşündüğünü, neye ilgi duyduğunu öğrendikçe, onlara daha nokta atışı reklam gösterebiliyor, davranışlarını yönlendirebiliyor ya da sosyal ve politik görüşlerini manipüle edebiliyorlar. Dolayısıyla bu sömürü sadece ticari kazançla sınırlı değil; toplumsal, kültürel hatta uluslararası ilişkilere kadar uzanan bir nüfuz alanından söz ediyoruz" diyen Özdemir şunları aktarıyor:
"Aslında bu durumun temelleri, internetin yaygınlaşması ve sosyal medyanın hayatımızda önemli bir yer tutmaya başlamasıyla atıldı. İnsanlar gönüllü olarak her anını, duygu durumunu, fikirlerini paylaşır oldu. Derken, 'veri en değerli kaynaktır' sözü neredeyse petrolün yerini aldı. Büyük veri (big data) analizi, yapay zekâ teknolojileriyle buluşunca, eskiden hayal bile edilemeyecek ölçüde kişisel bilgileri işlemek ve bundan tahminler yürütmek mümkün hale geldi. Kısacası, bugün veri sömürgeciliğinin faaliyet alanı çok geniş: Sosyal medya platformları, arama motorları, mobil uygulamalar, e-ticaret siteleri, akıllı cihazlar… Liste uzayıp gidiyor."
Dolayısıyla "hangi topraklar sömürülüyor?" dendiğinde, en basitinden akıllı telefonlarımızda gezindiğimiz her uygulama, sosyal medyaya yüklediğimiz her paylaşım, izlediğimiz dizi veya film, kısacası dijital dünyadaki her adımımız bu sömürünün potansiyel alanı haline geliyor. Özdemir'e göre işin tehlikeli yanı, çoğu zaman bunun farkında olmamamız. Bazı kullanıcılar "Benim verimle ne yapacaklar ki?" diyebiliyor, ama burada esas nokta bir kişinin verisi değil, yüz milyonlarca insanın verisinin bir araya gelmesiyle elde edilen muazzam gücün kendisi. Ve bu güç, kontrolsüz kaldığında, tıpkı geçmişteki sömürge imparatorluklarında olduğu gibi, büyük eşitsizliklere ve manipülasyonlara yol açıyor.
HASARLAR BEKLEDİĞİMİZDEN BÜYÜK OLABİLİR
Peki kendimizi nasıl koruyabiliriz? Özdemir bu soruya şöyle yanıt veriyor:
"Bireysel olarak kendimizi korumanın ilk adımı farkındalık. Hangi uygulama hangi verimi topluyor, niye topluyor, kimle paylaşıyor diye sorgulamak lazım. Kullanıcı sözleşmelerini okumak kimine göre zahmetli ama en azından özetle ne yazdığına bakmakta fayda var. Tarayıcımızın çerez (cookie) ayarlarını kontrol etmek, gereksiz uygulamalara ve sitelere izin vermemek, VPN kullanmak, güvenlik yazılımlarına dikkat etmek gibi küçük ama etkili adımlar var.
Kurumsal düzeyde ise şeffaflık ve sorumluluk mekanizmaları ön plana çıkıyor. Bir şirket veri topluyorsa bunu niye topladığını, nasıl sakladığını ve ne kadar süre sakladığını açıkça belirtmeli. Verilerinizi koruduğunuzu iddia ediyorsanız, güvenlik altyapınızı ve siber savunmanızı sürekli güncel tutmanız gerek. Ayrıca çalışanların da bu konuda eğitilmesi önemli; hangi tür veriyi, nasıl depolamaları ya da paylaşmamaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor.
Ülke düzeyinde de yasal düzenlemeler ve denetim mekanizmaları kritik. Kişisel verileri koruma yasaları, uluslararası standartlar ve yaptırım gücü olan kurumlar bu sürecin olmazsa olmazı. Yaptırımların caydırıcılığı da bir diğer nokta. Eğer bir şirketin veri ihlali yaptığında ciddi ceza alabileceğini bilirse, bu konuda daha titiz davranır. Dolayısıyla "korunmalı mıyız?" sorusunun cevabı bence kesinlikle evet; çünkü verilerimizi ihmal etmek, artık neredeyse kendi varlığımızı ihmal etmek anlamına geliyor."
Peki tıpkı toprakların sömürülmesi gibi veri sömürgeciliğinde de ileride öngörülemeyen kriz ve hasarlar ortaya çıkabilir mi? Özdemir'in bu soruya cevabı ise şöyle: "Tabii ki ortaya çıkabilir ve hatta beklediğimizden de büyük olabilir. Nasıl ki toprakların sömürülmesi, yalnızca ekonomik değil; toplumsal, kültürel ve siyasi çalkantılara yol açtıysa, veri sömürgeciliği de benzer ve belki de daha karmaşık sonuçlar doğurabilir. İlk akla gelen riskler genellikle siber güvenlik ihlalleri veya bireysel kimlik hırsızlıkları olsa da, işin derininde çok daha kapsamlı meseleler var."
VERİ MANİPÜLASYONU TOPLUM DİNAMİKLERİNİ ETKİLİYOR
Örneğin veri manipülasyonu, seçim süreçlerinden sosyal hareketlere kadar geniş bir yelpazede toplumun dinamiklerini etkileyebilir. Kitle psikolojisi, sosyal medya ve yapay zekâ aracılığıyla yönlendirildiğinde, insanlar manipüle edildiğinin farkında bile olmayabilir. Özellikle filtre balonları ve algoritmaların sürekli "benzer" içerikleri karşımıza çıkarması, kutuplaşmayı derinleştirebilir. Geçmişte "toprak" üzerinde yaşanan ayrışma ve çatışmalar, şimdi "veri toprakları"nda boy gösterebilir.
Özdemir'e göre, aynı şekilde yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte deepfake gibi yöntemler hızla yaygınlaşıyor. Bu da dezenformasyonun boyutunu ve zararını katlıyor. Kısacası, sahte haberler, sahte videolar artık sadece bireysel itibar kaybına değil, toplumsal çalkantılara, hatta uluslararası krizlere bile yol açabilir.
Üstelik veri sömürüsünün ekonomik boyutu da göz ardı edilemez. Büyük şirketler ya da belirli ülkeler, veriyi kullanarak devasa kazançlar elde ederken diğerleri "dijital pazarda" geride kalabilir. Bu da yeni bir dijital uçuruma ve güç dengesizliğine neden oluyor. Verinin kimin elinde olduğu, geleceğin ekonomik ve siyasi haritasını belirleyebilir. Tıpkı sanayi devriminde petrol, kömür gibi kaynakları kontrol etmenin ülkeler arasındaki güç dengesini etkilemesi gibi, bugün de verinin kontrolü aynı etkiyi gösterebilir.
Sonuç olarak veri sömürgeciliği, hem bireysel özgürlüklerimizi hem de toplumsal yapıyı, demokrasi süreçlerini ve hatta uluslararası ilişkileri sarsma potansiyeline sahip. Öngörülemeyen kriz ve hasarlar kaçınılmaz gibi görünüyor; bu yüzden farkındalık ve önlem almak şimdiye kadar hiç olmadığı kadar önemli.
"HİÇBİR ZAMAN ORTADAN KALKMADI"
FutureBright Group Kurucu Partneri Akan Abdula ise, sömürgecilik kavramının aslında hiçbir zaman ortadan kalkmadığının altını çizerek, "Yalnızca sömürülen kaynakların tanımı değişti. Emperyalizm de özünde değişmeden varlığını sürdürdü; değişen, emperyalist hedeflere ulaşma yöntemleri oldu. Günümüzde veri, en kıymetli kaynaklardan biri haline geldi ve bu kaynağı kontrol etmek adına yapılanlara baktığımızda, modern bir sömürgecilik formunun karşımızda durduğunu görüyoruz" diyor.
Abdula'nın aktardıklarına göre, veriyi kim elinde tutuyorsa, kimin üzerinden veri geçiyorsa, kim işleyip anlamlandırıyorsa, o aktörler bireyleri yankı odalarına hapsedebiliyor, ideolojik doktrine edebiliyor, davranışlarımızı yönlendiriyor ve bizi kendi ürünlerine yönelik tüketim odaklı bir düzene çekiyor. Bu mekanizmalar, geçmişte bildiğimiz sömürgeci davranışların dijital çağdaki yansımalarından başka bir şey değil. Bugün, daha fazla kontrol sağlama çabasıyla, Çin ve ABD arasında yaşanan çip savaşları bu sürecin en somut sonuçlarından biri olarak okumak gerekiyor. Kuantum bilgisayarların geliştirilmesi ve bu teknolojilerin son tüketiciye indirilmesi yarışında da benzer bir durum söz konusu; çünkü bu cihazlar sayesinde çok daha fazla veri işlenebilir hale gelecek.
Bu tablo, geçmişte fiziksel kaynaklar üzerinden yürütülen sömürgecilik anlayışının, bugün dijital dünyada veri üzerinde sürdüğünü açıkça ortaya koyuyor. Dolayısıyla, emperyalizmin köklü yapısı değişmese de oyun sahası ve araçları günümüz gerçekliklerine uyarlanmış durumda. "Veri teknolojilerini elinizde tutmuyorsanız, zaten sömürülüyorsunuz demektir. Dolayısıyla tüm dünya neredeyse sömürülüyor" diyen Abdula, kendimizi, kurumumuzu ve ülkemizi bundan nasıl koruyabileceğimiz konusunda ise unları aktarıyor:
"KORUNMAK YASAKLARLA OLMAZ"
"Korunmak, sadece yasaklar koyarak, platformlar kapatarak ya da sınırlandırmalar getirerek sağlanamaz. Çünkü bu tür önlemler, kendi girişimci ekosisteminizi ve inovasyon kapasitesini de baltalar; dolayısıyla böyle bir koruma aslında size daha çok zarar verebilir. Gerçek korunma, gelişerek, rekabet ederek ve oyunun kurallarını kendi lehinize çevirerek gerçekleşir. Peki, Türkiye bunu yapabilir mi? Aslında yaptı, özellikle savunma sanayinde bunu başardı. Ancak tek bir sektörle yetinemezsiniz; bu başarıyı farklı sektörlere yaymanız gerekir. Çünkü bir kanatla uçamazsınız. Gerçek anlamda güçlü bir koruma, her alanda rekabetçi ve yenilikçi bir yapı oluşturmakla mümkündür. Yani en iyi savunma saldırıdır.
Yanlış anlaşılmasın; 'Büyük platformlar kuralım, biz de sömürücü olalım' demiyorum. Biz zaten bu olmayalım. Dünyaya farklı bir yol gösterelim: Sömürmeden ilerlemenin mümkün olduğunu kanıtlayalım. Bu elbette uzun ve zorlu bir yol, ama bir o kadar da değerli. Gelelim daha kısa yola yani bireysel korunmaya. Günümüzde yüzde 100 bireysel korunma diye bir şey mümkün değil, ancak alınabilecek bazı önlemler var. Manipülasyondan korunmak, yankı odalarına düşmemek, tüketim makinesine dönüşmemek ve bağımsız bir bakış açısı geliştirmek için sosyal bilimlere yatırım yapmak çok önemli. Bakın sadece teknolojik okuryazarlık yetmez. Duygusal zekâ, sosyal bilimler, sanat, kültür, psikoloji, sosyoloji gibi alanlara ilgi göstermek, sadece teknolojik okuryazarlığı artırmaktan daha fazla işe yarar. Çünkü bu alanlar, insanı manipülasyonlara karşı daha dirençli hale getirir.
Farklı fikirlere açık olmak, sadece sizin gibi düşünen insanları dinlememek, algoritmaların yönlendirmesine kapılmamak, hatta kızdığınız bir fikre hemen saldırmak yerine durup düşünmek, anlamaya çalışmak, bireysel korunma adına atılabilecek önemli adımlardır. Böylece hem kendinizi hem de çevrenizi bu modern sömürü düzenine karşı daha dirençli hale getirebilirsiniz."
Abdula, veri sömürgeciliği konusunda gelecekte ortaya çıkabilecek öngörülemeyen riskler ve zararlar olsa, bu durumun bir dereceye kadar anlaşılabilir ve kabul edilebilir olabileceğine değinerek, "Ancak sorun şu ki, bu noktada karşımıza çıkacak olası tehlikeleri büyük ölçüde şimdiden öngörüyoruz. Veri güvenliği, mahremiyet ihlalleri, bireylerin manipüle edilmesi ve demokratik süreçlerin zedelenmesi gibi konular, artık bilinen ve tartışılan meseleler. Yani, başımıza gelecek olanlar bir sürpriz değil; aksine, göz göre göre yaklaştığımız bir risk" diyor.
Bilal EREN/ Açık Veri ve Teknoloji Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
"Kendi gözetim ekosisteminin kurulması çözüm olabilir"
Tarihçilere göre keşiflerle başlayan geleneksel sömürgecilik gibi veri sömürgeciliği de; bilginin hammaddesi olan verinin, işlenebilme, iletebilme ve saklanabilme teknolojilerinin keşfi ile başlıyor diyebiliriz. Bu işleme, iletme ve saklamayı mümkün kılan bilgisayar ve bileşenleri geliştikçe, verinin kağıt kalem ile değil sırasıyla güçlü işlemciler, insan kaynağı ve yapay zeka ile neye dönüşebileceğini de her beraber yaşıyoruz. 2016 yılında 68 defa beğen tuşuna basmış herhangi bir Facebook kullanıcısının hangi partiye oy vereceğini yüzde 85 doğruluk ile biliyoruz diyen veri temelli şirketler, 2024 yılında hangi partiyle oy vermemiz gerektiğini veya gerekmediğini salık verebilecek, manipüle edebilecek durumdalar. Neye inanıp, gerçek kabul edilmesi üzerine tartışma her düzeyde devam ederken, "gerçeğin" hiçbir öneminin olmadığı inancının taşıyan bir jenerasyon geldiğini gözlemliyorum. Dolayısıyla toprak çoktan sömürüldü. Umarım yanılıyorumdur. 4 Eylül 1998'de, "Amacımız, dünyadaki bilgiyi organize etmek, bunu evrensel olarak erişilebilir ve kullanılabilir hale getirmektir" mottosu ile kurulan Google gibi şirketler, yaklaşık çeyrek asırdır 7/24, 365 gün, tüm yetenekli insan kaynağı ve kapital güçleriyle bu iş modeli üzerine çalışıyorlar. Üstüne üstlük hemen hemen hiçbir hukuk, hesap verilebilirlik, şeffaflık gibi kontrol mekanizmalarına tabi olmadıkları aşikar iken hangi bireysel, toplumsal, devlet organizasyonu hangi önlemi aldı, alabilir. Farkındalık, hukuki tedbirler, alternatif arayışları, bağlantısızlar hareketi, AntiTröst Davası gibi her karşı çıkışı kıymetli buluyorum ama çözüm olur mu emin değilim. Çin, tüm bu mücadelenin dışında kalıp, kendi dijital ekosistemin kurdu diyebiliriz. Yakın gelecekte de güçlü ulus devletler ve/veya AB gibi birlikler, kendi gözetim ekosistemlerine dönecekler. Hatta bunu kurabilen uluslar ayakta kalabilecek öngörüsünde bile bulunabiliriz.