Afetlere dayanıklı şehirler nasıl inşa edilir?

Deprem bölgesinde konut seferberliği başlıyor. Uzmanlar, yeniden inşa sürecinin bilimsel gerçeklikler göz önüne alınarak ortak akılla yürütülmesi ve sürecin aceleye getirilmemesi gereğine dikkat çekiyor. Deprem bölgesinin yeniden inşası ve kullanıma açılmasına ilişkin maliyet tahminleri 60-70 milyar dolara kadar ulaşıyor. Peki afetlere dayanıklı şehirler nasıl inşa edilir? Uzmanlar yorumladı...
06.03.2023 13:12 GÜNCELLEME : 06.03.2023 13:12

PARA ARAŞTIRMA/ HÜLYA GENÇ SERTKAYA Depremin vurduğu 11 ilde hasar tespit çalışmalarının ardından 200 bini şehir merkezinde konut, 70 bini köy evi olmak üzere toplam 270 bin vatandaşı ev sahibi yapacak "konut seferberliği" başladı. Şehir merkezlerinde inşa edilecek 200 bin konuttan jeoloji ve zemin etütleri tamamlanan yerlerdeki bin 787 konutun ilk sözleşmelerini imzaladıklarını açıklayan Başkan Recep Tayyip Erdoğan, buralarda inşaat sürecinin başladığını duyurdu. Erdoğan'ın açıklamalarına göre, kademeli olarak birkaç ay içinde fay hatlarının uzağında inşa edilecek tüm konutların yapımına geçilecek. Bir yıl içinde deprem bölgesinin tamamındaki konut ihtiyacını çözecek sayıda kaliteli ve güvenli yapının inşası tamamlanacak. Tüm konut alanları zemin kalitesi, fay hattına olan mesafesine bakarak, tarihi ve kültürel dokusuna uygun şekilde tasarlanacak, konutların hiçbiri zemin artı 3 veya 4 katı geçmeyecek. Yerleşim yerleri mümkün olduğu kadar ovalardan dağlara doğru kaydırılacak. Mart'ta Hatay'da 40 bin 426, Kahramanmaraş'ta 45 bin 67, Adıyaman'da 25 bin 882, Gaziantep'te 18 bin 544, Malatya'da 44 bin 770, Osmaniye'de 9 bin 550, Diyarbakır'da 6 bin, Şanlıurfa'da 3 bin, Elazığ'da 3 bin 750, Adana'da 2 bin 500, Kilis'te 250 konutun inşa çalışmalarına başlanacak. Köylerdeki ihya çalışmaları da evi, ahırı, bahçesi ve parkıyla kendi özgün mimarisine göre gerçekleştirilecek. Köylerde yapılacak konutların dağılımı ise ilk etapta Osmaniye'de bin 361, Adana'da 701, Adıyaman'da 8 bin 21, Diyarbakır'da 2 bin 927, Elazığ'da 386, Hatay'da 14 bin 141, Kahramanmaraş'ta 12 bin 135, Malatya'da 17 bin 990, Şanlıurfa'da 2 bin 54, Gaziantep'te 9 bin 130, Kilis'te bin 2 şeklinde olacak. Depremzedeleri kalıcı konutlarına kavuşturmak için çalışmaların hızlandığı şu günlerde, PARA Dergisi olarak biz de Kahramanmaraş merkezli depremleri haberimizin odağına alarak; son yıllarda dünyada ve Türkiye'de can ve mal kayıplarına neden olan deprem, sel ve diğer afetlere dayanacak şehirler nasıl inşa edilmeli sorusuna cevap aradık.

"KENTLEŞME POLİTİKALARI GELİŞTİRİLMELİ"

Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş, Türkiye'nin deprem kuşağında yer aldığı, sel, taşkın, heyelan, orman yangını ve diğer afetlerin sık yaşanan bir ülke olduğu gerçeği unutulmadan yerleşim yerlerinin seçimi ve planlama yapılarak kentleşme politikaları geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. "Burada esas olan afet risklerinin azaltılmasıdır" diyen Tanrıvermiş, afet riski azaltımı ve yönetimi sürecinde kent planlama, yapı projelerinin hazırlanması ve inşaat işlerinin kalitesinin önemli birer etken olduğunu dile getirdi. Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümü Başkanı da olan Prof. Dr. Tanrıvermiş, afet risklerinin azaltılması, kentsel sakınım planlarının hazırlanması ve bu planların imar planlarına entegre edilmesinin büyük önem taşıdığını belirterek, "1999 depremi sonrasında öncelikli olarak kentlerin sismik kadastrosunun çıkarılması ve bu çerçevede yerel ölçekte öncelikli olarak fay hatları üzerinde bulunan yerleşim birimleri özelinde sismik tehlikelerin ortaya konulması sıklıkla vurgulanıyor. Toplanacak bu tür veriler ivedi olarak imar planlarına işlenmeli, vatandaşlar ve diğer paydaşların erişimine de açık olmalı" dedi.

ZEMİNE UYGUN PROJELER GELİŞTİRİLMELİ

Tanrıvermiş, imar planlarının hazırlanması sürecinde zemin etütlerinin bağımsız olarak gerçekleştirilmesi ve tehlike bölgelerinin tespit edilmesinden sonra zemin yapısına uygun projelerin geliştirilmesinin gayrimenkul piyasaları açısından da özel önem taşıdığının altını çizdi. Zemin etütlerine bağlı olarak imar izinlerinin verilmesi ve yapım projelerine esas mikrobölgeleme, jeolojik ve jeoteknik etüdlerden sonra mimari proje ve inşaat işlerine karar verilmesi ve mümkün olduğunca yerleşim yerlerinde inşaat emsali artışına gidilmemesi gerektiğini belirten Tanrıvermiş, mekansal planlama sürecinde, akaryakıt istasyonları, depolama alanları gibi tehlikeli kullanımlar için zemin koşulları gözetilerek risk etkenlerine göre kentlerde yer seçilmesi ve gayrimenkul değerlerini maksimize edecek kullanım kararlarının verilmesinin esas olması gerektiğini söyledi.

YERLEŞİM YERLERİ "ERİŞİLEBİLİR" OLMALI

Yerleşim yerlerinin seçilmesi ve planlamada dikkate alınması gereken önemli faktörlerden bir diğerinin erişilebilirlik olduğunun altını çizen Tanrıvermiş, yaşanan son depremle birlikte arama kurtarma çalışmalarında da yer yer karşılaşılan en büyük engelin ulaşımın sağlanması olduğunu kaydetti. Tanrıvermiş, "Diğer yandan kent içi açık alan sisteminin, ulaşım altyapısı ile bağlantılı olarak tasarlanması ve sistematize edilmesi önem taşımakta ve dolayısıyla yeni yerleşim yerlerinin planlanmasında sakınım planlamasına ihtiyaç olduğu açık. Son depremde görüldüğü üzere havaalanı pistleri, karayolu ve demiryolu hatlarının hasar görmesi, arama-kurtarma ve afet sonrası hizmetlerini kısa süre için de olsa sekteye uğratabiliyor. Bütün yaşananlar dikkate alınarak yerleşim yerleri ve yapılaşma için fay hatları, kentsel gelişme aksları ve yerleşim yeri bütünlüğünün korunması birlikte ele alınarak şehirleşme ve sanayileşme kararları verilmeli" diye konuştu.

"HERKES GİRİŞİMCİ GİBİ DAVRANIYOR"

İstanbul Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi, Şehir Politikaları Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Mete Başar Baypınar, 2006 itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 50'den fazlasının kentlerde yaşar hale geldiğini, buna 2050'ye kadar 3 milyar kişinin daha ekleneceğini vurgulayarak, büyüyen kentlerle birlikte doğa olaylarının afete dönüşmesinin daha sık gözlenir olduğuna dikkat çekti. Şehirlerin gelişiminde siyasi, sosyal, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin çeşitli dönemlerde çok farklı dinamiklerin ortaya çıkmasında rol oynadığını dile getiren Baypınar, dolayısıyla bugün söylenen şeylerin yarın geçerli olmayabileceğine işaret etti. Günümüz için konuşulduğunda Türkiye'de şehir planlarının kısıtlayıcı, yönlendirici, düzenleyici ve geliştirici rolünün ortadan kalktığını ifade eden Baypınar, "Prof. Dr. Elif Alkay'ın araştırmasına göre Türkiye'de onlarca kurumun planlama yetkisi ve 60'ın üzerinde planlama aracı bulunmakta. Hal böyle olunca herkes girişimci gibi davranıyor. Bir planda uygun bulunmayan tesis, başka bir plan kategorisi ile planlanıp uygun hale geliyor" dedi.

DENETİM SÜREÇLERİ YETERSİZ

İnşaat yapım süreçlerinin de şehrin gelişiminde rol oynadığını belirten Baypınar, plana uygun olmayan inşaatların yapım süreçlerinde belediyelerin ve bakanlıkların rolleri olmakla beraber, denetim süreçlerinin yetersizliği, piyasa aktörlerinin sorumsuz davranışlarıyla planda öngörülmeyen gelişmeler yaşandığını vurguladı. Baypınar, konut üretiminin kısıtlı olması ve mülkiyetin büyük kısmının özel mülkiyette olmasının da sürekli bir darboğaz yarattığını ifade ederek, şunları söyledi:

"Bu darboğaz nedeniyle mevcut konut yapılarının katları artırılmış, içinde bölümlemeler yapılmış, sıklıkla kolon-kirişlere müdahale edilecek tesisat döşemeleri gerçekleştirilmiş, balkonlar kapatılmış ve konutlar büyütülmüş, adeta gravyer peyniri gibi delik deşik olmuştur. Bina yaşam döngüsü yönetimi kavramı, uygulamalarda yer bulamadı. İmar aflarıyla bu kusurlar yasal olarak affedilse de deprem affetmez."

Yapı inşa süreçleri kadar yapının kullanımı ve yaşam döngüsü içinde yönetilmesinin de çok önemli olduğunu belirten Baypınar, işyeri açma ve çalışma ruhsatlarına ilişkin yönetmelik uygulama şekillerinin de çok problemli olduğunu ifade etti. Baypınar, yapı üretim süreçlerinde ayrıca yapı denetim şirketleri ile müteahhit şirketler arasındaki opak ilişkilerin ciddi bir şekilde sorgulanması gerektiğini söyledi.

"TÜM AFETLER GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI"

Yüksek Mimar Cansu Nur Ak, güvenli şehirleşmenin, olabildiğince esnek alanların şehre kazandırılarak tüm farklı doğal afetlere göre planlamaların işleyebileceği mekanlar yaratılarak sağlanabileceği görüşünde. Şu an Türkiye gündeminde deprem olduğu için tedbirlerin buna yönelik artacağını dile getiren Ak, fakat şehir planlamalarında bölgeye özel tüm afetlerin olasılığı göz önünde bulundurularak tüm tedbirlerin alınması gerektiğini kaydetti. 11 Ağustos 2021'de Türkiye'nin Kastamonu, Sinop ve Bartın illerini olumsuz etkileyen sel felaketini unutmamak gerektiğini söyleyen Ak, "Tüm felaketlerin insanla kurduğu ilişkide en önemli rolü şehircilik üstleniyor. Ülkemizde 2020-2023 Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı uygulaması söz konusu. Bu eylem planının hedeflerinde 'Afet ve acil durum yönetimi bileşeninin olgunluğu artırılacak. Şehirlerde afet ve acil durum yönetimi kapsamındaki işbirliği artırılacak' şeklinde belirtiliyor. Umarız ki bu kapsamdaki faaliyetlerin hızı ve kapsamı artar ve olumlu sonuçlar elde edilir" dedi.

ZEMİN RİSKLERİ TESPİT EDİLMELİ

Uzmanlar deprem sonrasında şehirlerin yeniden inşası sürecinin bilimsel gerçeklikler ve gereklilikler göz önüne alınarak, ortak akılla yürütülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Yerleşim yerlerinde heyelan, deprem, su baskını, taşkın, zemin sıvılaşması ve diğer riskler gibi olası zemin risklerinin tespit edilmesi, nehir ve dere yatakları ile taşkın ve heyelan riskli sahalarda inşai faaliyetlere izin verilmemesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Tanrıvermiş, ciddi bir planlama yapılması gerektiğini, planlama süreçlerine alanında uzman bilim insanlarının da dahil edilmesi gerektiğini söyledi. Kentsel altyapı ve üstyapı çalışmalarının alanında uzman kent plancıları, inşaat mühendisleri, mimarlar, jeoloji mühendisleri ve gayrimenkul geliştirme uzmanları gibi bilim insanları, yerel yönetimler, STK'lar ve hatta uluslararası kuruluşlarla iş birliğinde yapılması gerektiğini belirten Tanrıverdi, şunları kaydetti:

"Şehirlerin yeniden inşa edilme süreçlerinde kentlerin büyüme yönü, kent içerisindeki talebin türü ve yönü, yatırımların niteliğini ve boyutunu belirleyecek. Bu noktada, afet öncesi gayrimenkul piyasası ile afet sonrası yapılanma ile oluşacak gayrimenkul piyasası simülasyonu yapılmalı ve gayrimenkul yatırımları, imar planları ile doğru yönlendirilmeli. Ayrıca afet sakınımı için gerekli olan kentsel açık alan sistemlerinin mevcut mülkiyet dokusu içerisinde oluşturulması ve mülkiyet sorunlarının çözümü gerekecek. Afetten zarar gören yerleşim yerlerinin taşınması ve yeni yer seçiminin yapılması halinde, uygun alanların seçimi, arazi edinimi, kamulaştırma, değerleme, uygun projelerin seçilmesi ve fizibilite, projelerin etkilerinin değerlendirilmesi gibi alanlarda gayrimenkul geliştirme uzmanları işin yüksek kalitede ve daha kısa sürede yapılmasına katkı verecek. Bu arada kırsal planlama göz ardı edilmeden, planlama süreçleri kentsel mekanlar ile entegre bir şekilde kurgulanmalı."

"SÜREÇ ACELEYE GETİRİLMEMELİ"

Yüksek Mimar Gürsu Deniz, deprem bölgesi ile ilgili yapılacak her çalışmada meslek örgütlerinin üniversitelerin ilgili bölümlerinin görüşleri alınarak ortak akılla siyasi, ticari ve rant kaygılarından uzak hareket edilmesi gerektiğini vurguladı. Öncelikle yer bilimleri çalışmaları inceleme ve etütlerle bölgenin fay hatlarının gözden geçirilerek güncellenmesi tamamlandıktan sonra yerleşim alanlarının tespit edilmesi, bu tespitlere dayanarak mastır ve strateji planlarının yapılması gerektiğini belirten Deniz, "Sonrasında ise şehir plancılarının ilgili bütün uzmanlıklarla birlikte sivil toplum örgütlerinin, kullanıcıların da görüşleri alınarak geniş katılımlı imar planlarını yapmaları gerekiyor. Bu sürecin aceleye getirilmeden yürütülmesi, kent planlamasının uzmanlığa tekniğe teknolojiye kentin gerekliliklerine kültürüne dönük iyi düşünülmüş ve tasarlanmış olması gerekiyor. Bu yapılan imar planlamalarında zemin durumuna göre yapılaşma koşullarının net bir biçimde belirlenmesi plan notlarının oluşturulması uygulamanın planlamanın dışına çıkmamasının denetlenmesi ve bu koşulların değiştirilmemesi sağlanmalı. Binaların yapım süreçleri çok iyi denetlenmeli. Tarihi dokunun bulunduğu bölgelerde restorasyon çalışmaları depreme dayanıklı olarak yapılmalı. Yapı tercihi, bulunulan çevre ve bölgeye göre yapılmalı" dedi.

DEPREME NASIL HAZIRLANILMALI?

İstanbul başta olmak üzere deprem kuşağındaki illerde depreme nasıl hazırlanılması gerektiği sorusunu da uzmanlara yönelttik. Merkezi idare ve yerel yönetimlerin uyum içinde çalışması ve meslek odaları ile birlikte kamu yararı göz önünde bulundurulacak bir planlama çalışmasına başlanması gerektiğini vurgulayan mimar Kemal Şenel, öncelikle acilen mevcut yapı stokundaki yapıların deprem dayanıklılık testleri vatandaşın isteğine bırakılmayarak tamamlanmalı. İmar barışı sonucu oturum izni alınan binaların tam olarak depreme dayanım koşullarını sağlayıp sağlamadığı tespit edilmeli. Riskli alanlardaki yapılaşmalar ve riskli yapılar tespit edilmeli, bu yapılar buralarda yaşayanların iskan sorunları çözülerek yıkılmalı" dedi.

Yüksek mimar Gürsu Deniz de İstanbul öncelikli olmak üzere bütün fay hattı üzerinde olan 1. 2. ve 3. deprem bölgelerindeki yapı stoklarının ivedilikle taranması, güvenli yapı olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği görüşünde. Güvensiz yapıların acilen yenilenmesi, güçlendirilmesi, yeni yapıların ise uygulamalarının denetiminin sağlıklı hale getirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini dile getiren Deniz, "Merkezi yönetim başta olmak üzere yerel yönetimler konu ile ilgili kurumlar meslek örgütleri konunun uzmanlarıyla planlı programlı her aşamasının denetlendiği bir süreç yönetimine ihtiyaç var" dedi.

"AKILLI ALTYAPILAR BÜYÜK PROJELERDE DÜŞÜNÜLMELİ"

Dr. Mete Başar Baypınar, şehirlerin öncelikle kısa vadede uygulanabilir güçlendirme faaliyetleri ile kısa dönem dayanıklılığı ve direncinin artırılması gerektiğini vurguladı. En az 5 bin ile 10 bin, maksimum 50 bin kişilik kentsel dönüşüm projeleri yapılması gerektiğini ifade eden Baypınar, "Bu projeler, mevcut fonlardan yararlanabilmek adına; daha temiz, enerji etkin, düşük karbonlu altyapılar içerebilir. Bu altyapıların işletilmesinde belediye iştirakleri görev almalı. Yap-işlet-devret türü modeller yerine tasarla-yap-işlet-devret türü modeller de kullanılabilir, ancak burada mevcut tasarım kriterlerinin zayıf kaldığı açık. Bu projelerde belediyelerin bir miktar konut stoklarının mülkiyetini kazanmaları, belediyelerin bu konutları belirli dönemlerde güncel teknolojilerle retrofit uygulamalarla yenilemeleri bu sayede mümkün olabilir. Uzun vadede daha dayanıklı kentlere sahip olabiliriz" diye konuştu.

Arazi tüketiminin nüfus artışının iki katı olması nedeniyle kentsel saçaklanmanın belediyeler üzerinde büyük bütçe yükleri bindirdiğini söyleyen Baypınar, "Bu İstanbul'da da böyle. Bu nedenle kompakt kentleşme ve yeterli teknik altyapı alanları ayırılması önemli. Ayrıca çok ihmal ettiğimiz sel, yangın meselesi de var. Birçok deprem riski taşıyan yerleşmemiz sel riskleri de barındırıyor. Bunlar bazen birbirleri ile bir arada daha büyük riskler de ortaya çıkarabiliyorlar. Topyekûn kentsel dönüşüm projelerinin gelir getirici fonksiyonlar kadar, gelir getirmese de çok amaçlı kullanılan yeşil altyapılar da getirmeleri önemli. Günümüzde kendi kendini koruyan, akıllı altyapılar mevcut. Ancak bunların maliyetleri çok yüksek. Bu yüksek maliyetler de yine ancak büyük projeler içinde düşürülebilir kanaatindeyim."

KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇÖZÜM MÜ?

Orta hasarlı evlerle ilgili güçlendirme yapılmadan bu evlere girilmesinin söz konusu olmadığını, ağır hasarlı binaların ise yıkılmaları gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Ali Pekşen, Deprem Güçlendirme Derneği (DEGÜDER) Başkanı Sinan Türkkan'ın Türkiye genelinde 6-7 milyon riskli konut bulunduğu, şiddetli bir depremde hasar alması beklenen bu konutların 5 milyonu güçlendirmeyle kurtarılabileceği ifadesine dikkat çekti. Hepşen, "Dolayısıyla gerek güçlendirme gerekse de yeniden yapım kapsamında kentsel dönüşüm tabii ki de bir çözüm, yeter ki doğru planlansın. Kentsel dönüşümün finansmanında ise konvansiyonel kredi çözümlerinin ya da 6306 sayılı Kanun'un sağladığı teşviklerin yanı sıra mutlaka menkul kıymetleştirmeyi esas alan sermaye piyasası araçlarından da faydalanılması gerekiyor" dedi.

Prof. Dr. Ali Hepşen, kentleşme süreci ile ortaya çıkan hızlı şehirleşme, ortak ihtiyaçların artması ve mekânsal büyümeye bağlı olarak kentsel dönüşüm de dâhil olmak üzere büyük ölçekli yatırım projelerinin hayata geçirilme zorunluluğunun yeniden şehirleşme vizyonundaki yerel yönetimlerin finansmana erişim ihtiyaçlarını her geçen zaman diliminde artırdığını vurguladı. 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 68'inci maddesinin belediyelerin, belediyenin yatırım programında yer alan projelerinin finansmanı amacıyla borçlanmaya gidebileceklerini ya da tahvil ihraç edebileceklerini belirttiğine dikkat çeken Hepşen, "İlgili maddeye dayanarak belediyeler halihazırda yurtiçi ve yurtdışı bankalar üzerinden; Hazine garantili ya da yurtdışından doğrudan borçlanma şeklinde; İller Bankası'ndan yatırım kredisi veya nakit kredi kullanarak finansman alternatiflerini şekillendiriyor. Bu noktada, belediyelerin finansman alternatiflerinde iki noktanın daha eklenmesi gerektiğini düşünüyorum: Bunlardan ilki 'Altyapı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı' şeklinde kurumsallaşıp halka arz yoluyla yatırımcılardan kaynak ihtiyacının sağlanması; ikincisi ise özellikle kentsel dönüşüm projelerinin finansmanında 'Gayrimenkul Yatırım Fonu' mekanizmasının etkin şekilde kullanılmasıdır" dedi.

"YENİDEN YAPIM MALİYETİ MİNİMUM 170 MİLYAR TL"

Prof. Dr. Ali HEPŞEN / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Son deprem bize gösterdi ki, sadece bu yapı stokunun değil, aynı zamanda deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olarak yeni yapı stokunun da yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum'un yapmış olduğu açıklamalar dikkate alındığında, Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen illerde yaklaşık 200 bini konut, 70 bini köy evi olmak üzere toplam 270 bin konut yapılacağı görülüyor. Orta hasarlı evlerle ilgili güçlendirme yapılmadan bu evlere girilmesi zaten söz konusu olamaz, ağır hasarlı binaların ise zaten yıkılmaları gerekiyor. Bugünkü rakamlar üzerinden bir hesaplama yapılacak olunsa, yaklaşık 270 bin konut ve işyeri için ortalama 100 metrekare büyüklük üzerinden 27 milyon metrekarelik bir inşaat alanı söz konusu. Bakanlığın 11 Şubat'ta yayınladığı 2023 yılı yapı yaklaşık maliyet tablosu dikkate alındığında III-B sınıfına giren konutlar için (6 bin 350TL/m2-yapı yüksekliği 21.5 metreden alçak yapılar için) yeniden yapım maliyetinin minimum 170 milyar TL olduğu görülüyor. Bu rakama ilgili yapıların hafriyat ve alan temizleme maliyetlerinin de ekleneceğini unutmamak gerekiyor. Hafriyat, yıkım, yapım maliyeti kabaca 100 metrekare konut için 65 bin dolar. Buradan yola çıkıldığında bütçe 350 milyar TL'ye çıkabilir. Ayrıca, deprem nedeniyle orta hasar görmüş binaların güçlendirme maliyetlerinin projesine göre bütçelendirileceği unutulmamalı. İncelemeler devam ettikçe bu rakamların artacağı muhakkak, o yüzden büyük bir yeniden yapılanma bütçesinden bahsediyoruz. Burada tabii ki genel bütçeden fon ayrılması söz konusu olmakla birlikte, bu tür yüksek finansman ihtiyaçları için mutlaka sermaye piyasasının daha aktif kullanılması da gerekiyor."

"60-70 MİLYAR DOLAR KAYNAK GEREKLİ"

Prof. Dr. Harun TANRIVERMİŞ /Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı

İyimser tahminle afetten etkilenen bölgenin yeniden inşası ve kullanıma açılması için 60-70 milyar dolar kaynağın gerekli olacağı ve bunun da hem iç kaynaklar hem de uluslararası finansal kurumların afet yönetimi ve sürdürülebilir şehirler kapsamındaki kredileri ile kısa dönemde gerçekleştirilmesi mümkün görülüyor. Uluslararası finansal kurumlardan kredi alınarak kısa sürede yerleşimlerin yeniden inşası, yeniden iskan sonrası etkilenen halkın gelir ve yaşam koşullarının da iyileştirilmesine yönelik proje geliştirme ve uygulama çalışması yapılacak olup, bu çalışmalar; bölgede nüfusun korunması ve istidamın artırılması bakımından özel öneme sahip. Bu çerçevede yapılacak kredilerde müşavirlik ve üçüncü taraf olarak birçok projede görev almış, bilgi birikimi ve uygulama deneyime sahip ve uluslararası düzeyde akredite edilmiş Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünden bilimsel, teknik ve müşavirlik desteğinin alınması gibi önemli bir avantajın olduğu da vurgulanmalı.

"SANAYİ DÜŞMANLIĞINDAN VAZGEÇİLMELİ"

Dr. Mete Başar BAYPINAR / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, Şehir Politikaları Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı

Sanayi düşmanı şehir planlama ve mimarlık anlayışlarından acilen vazgeçmeliyiz. Ne yazık ki, eğitimde ve meslek odalarında böyle bir tutum çok güçlü bir şekilde var. Oysa imalat sanayi, bizi ayakta tutan şey. Sanayi alanlarının ıslahı, merdiven altı üretim tesislerinin çağdaş tesislere dönüşümü, islah OSB uygulamaları, sorunlu zeminlerde yer alan sanayi tesislerinin taşınması ya da daha dayanıklı hale getirilmesi büyük önem arz ediyor. Temiz, dijital, üretken, endüstri 4.0 içinde güçlü bir şekilde yer alacak, döngüsel ekonomiyi öne çıkaran sanayilere ihtiyacımız var. Deprem vb. durumlarda sanayi alanları kaynaklı tehlikeli gaz salınımları vb. konularda da çeşitli önlemler alınması gerektiği açık. Bununla beraber ileri teknolojili sanayileri olmayan bir ülkenin ileri teknolojili binaları ve altyapıları olamayacağını da hatırlatmak isterim. Akıllı şehir, yavaş şehir, tarihi şehir, dayanıklı şehir…Hepsinde yapı güvenliği esas. Önceliklerimizi iyi tayin etmemiz gerektiğini, kentsel dönüşümü büyük ölçekli projelerle gerçekleştirmemiz gerektiğini, bu projeler içinde uygun teknolojik tercihlerle bir yandan da daha çevreci, temiz, düşük yaşam maliyetlerine sahip kentsel alanlar üretmemiz gerektiğini, kentsel dönüşümün toplumun genelinin faydalanacağı bir araç haline getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Akıllı şehir yaklaşımlarının bu çerçevede ülkemizde başlatılmış olmasını, kentsel dönüşüm süreçlerini hızlandırabilecek, bilimsel bulgunun planlama, inşaat yapım ve bina yönetim süreçlerinde ve kentsel hizmetlerin verilmesinde kullanımını kolaylaştırabilecek olanakların oluşturulması açısından önemli buluyorum. Afet alanlarında ise afet sonrası sağaltım planlaması çalışmaları ivedilikle başlatılmalı.

"YÖNETMELİKTE BETON DAYANIM SINIFLARI YÜKSELTİLMELİ"

Yavuz IŞIK / Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB) Yönetim Kurulu Başkanı

Yapıların depreme dayanıklı olması için inşaatların tasarım ve yapım zincirinde bulunan zemin incelemesi, doğru projelendirme, kaliteli malzeme, doğru uygulama ve denetim kurallarının hepsine eksiksiz uyulması gerekiyor. Yaşanan depremler de inşaatların tasarım ve yapım zincirindeki bir veya birden çok kurala uyulmadığını ve bu kurallara ciddiyetle uyulmasının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Görece az sayıda yeni yapının yıkıldığı ya da ağır hasar gördüğü bu iki büyük deprem, uygulama aşamasının çok daha iyi denetlenmesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Yeni yapıların yıkılmasında ve ağır hasar görmesinde, malzeme kalitesinden daha çok, zemin-yapı uyumsuzluğu, projeden sapma, yapısal düzensizlikler öne çıktı. Hasar tespiti çalışmalarından sonra büyük resim daha net görülüp, buna göre aksiyonlar alınacak. Betonarme yapının iki ana unsuru olan beton ve çelik donatının standartlara uygunluğu son derece önemli. Bu malzemelerin standartlara uygun olarak üretilmesi yeterli olmayıp uygulama da standartlara uygun yapılmalı. İyi bjr şekilde denetlenmeli. Hazır betonun üretim sürecinin tamamını kapsayacak şekilde denetlenmesi, deprem ve diğer dış etkilere dayanıklı binalar üretmek için kaçınılmaz. Yeni yapıların oluşturulmasında ve kentsel dönüşüm çalışmalarında kullanılacak Kalite Garanti Sistemi (KGS) belgeli kaliteli hazır beton olası bir depremde birçok hayat kurtaracak. 2019 'da yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği'ne göre yapılarda en düşük C25/30 dayanım sınıfında beton kullanılması gerekiyor. Özellikle betonarme yapıların uzun yıllar boyunca depreme karşı dayanıklı olabilmesi için dış çevre etkilerine dayanıklı şekilde boşluksuz ve geçirimsiz olması gerekir. Bunun için de Yönetmelik'te beton dayanım sınıflarının yükseltilmesi ve çevresel etkilerin ön plana çıkartılması çok önemli. Yüksek dayanım ve doğru çevresel etki sınıfında üretilmiş kalite belgeli betonlarla inşa edilen binaların malzeme açısından depreme çok daha dayanıklı olacağını öngörebiliyoruz.

"DÖNÜŞÜM GEREKTİREN YAPILAR İÇİN FONLAR OLUŞTURULMALI"

Mustafa TİRYAKİ / TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Trabzon Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı

Şehirleşme kavramı ve şehrin planlanmasına yaklaşım Türkiye'de doğru işletilemiyor. Şehir planları birçok meslek disiplinini içerecek (şehir plancısı, mimar, inşaat müh, jeoloji müh) ekipler tarafından, yapılacak yere yakın temas ile yerinde etütlerle doğru donelerin toplanması ile yapılmalı. Yapılan bu planlar belediye meclislerince lokal değişimlere kapalı olmalı. Yeni plan yapılma süreci ve gerekli ise herhangi bir değişiklik süreci de imar planlarını yapan ekipler tarafından irdelenmeli. Ülkemizde planlama süreçlerine yerel halk tarafından siyasiler üzerinden fazlaca baskı yapılıyor. Şehirleşme kavramımızdaki en büyük eksiklerden bir diğeri de imar planları oluşturulduktan sonra gerekli altyapılar tamamlanmadan bölgelerin bina yapımlarına açılması. Deprem kuşağındaki bir ülkede halen güvenli yapı, güvenli altyapı, güvenli şehirleşme olması noktalarında anlayış değişikliği bekliyorsak, hele de İstanbul ve Düzce depremi de bunu sağlayamadıysa durup epeyce düşünmek gerekir. İstanbul ve Düzce depreminden sonraki süreç, maalesef doğru değerlendirilemedi. Zaman kaybı çok fazla ve maalesef dokunulması gereken alan artık çok daha büyük. İllerde mevcut bina durum tespitleri ivedilikle yapılmalı. Bu tespitlerin sonucuna göre bir yol haritası belirlenmeli. Bu süreçte en önemli şeylerden biri kişilerin mülkiyet haklarının korunması. Bu sebeple güçlendirme-dönüşüm gerektiren yapılar ve bölgeler için fonlar oluşturulmalı.

"KENTLERİN NÜFUS PLANLAMALARI YAPILMALI"

Kemal ŞENEL / Mimar

Depremin büyük bir felakete dönüşmesinin en önemli nedeni kuşkusuz bu şehirlerin bir beton yığınına ve dolayısıyla normal olmayan bir nüfus artışına tanıklık ve ev sahipliği yapmaları. Bu normal olmayan nüfus artışı, tarımsal alanların ve kent çeperlerinin imara açılmasıyla birlikte gerçekleşti. Daha küçük ölçekli bir depremin bile bir felakete dönüşmesi için bu durum zaten açık bir davet. Kentlerdeki nüfus yoğunlukları bu şehirlerin nasıl taşıyamayacakları kadar büyük bir yükün altına girdiklerini gösteriyor. Deprem bölgesi özelinde ve ülke genelinde kentlerin nüfus planlamaları yapılmalı. Türkiye adeta depremle inatlaşan bir ülke gibi. Bu inatlaşma sadece fay hatları üzerinde yapılaşmış ve depremlerde yıkılan şehirleri yeniden kurmak biçiminde değil, şehirlerde adeta boşluk bırakmayacak şekilde inşaat yapılıyor. 'Güvenli yapı, güvenli şehirleşme' için 'imar barışı' gibi bir kavram gündem dışı olmalı. Felakete davetiye olarak algılanmalı.

"MODÜLER MİMARİ YAPILAR TASARLANABİLİR"

Cansu Nur AK / Yüksek Mimar

Deprem bölgelerinde imar planları bölgelere özel olarak düzenlenerek yerel ihtiyaçlar için farklı mimari ve yapısal özelliklerle tasarlanabilir. Gerekirse parseller birleştirilerek kat sayısının bölgeye göre belirlendiği prefabrik sistemlerle inşa edilen modüler mimari yapılar tasarlanabilir. Üstelik günümüzde modüler yapım teknikleri oldukça ilerlemiş olup yapı inşası sürecini de kayda değer şekilde kısaltıyor. Bu sistemler aynı zamanda, enerji verimliliği ve çevre dostluğu açısından da avantajlı. Önceden hazırlanmış ve standardize bileşenler, yerinde monte edildiğinde, enerji kayıpları azaltılır ve çevre dostu materyaller kullanılarak daha az atık üretilir. Malzeme çeşitliliğine de olanak tanır; ahşap, çelik ya da betonarme sistemlerle elde edilebilir. Dünyada modüler yapım sistemleri ile inşa edilen yapı örnekleri bulunuyor.

"7 MİLYON RİSKLİ BİNA BULUNUYOR"

Türkiye'de yaklaşık 7 milyon riskli bina bulunuyor. Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş'in verdiği bilgiye göre; bunun 1.5 milyonunun acilen yıkılması gerekiyor. İstanbul'da ise 5.9 milyon konutun 1.5 milyonu riskli ve 300 bini acilen dönüşmesi gereken yapılardan oluşuyor. Bunlara ilişkin riskli yapı tespiti yapılarak tapu kütüğünün beyanlar hanesine şerh verilmesi ve potansiyel alıcıların rasyonel bilgilenmesinin sağlanması konusunda yetersizlikler bulunduğunu ifade eden Tanrıvermiş, "İstanbul'da acilen dönüştürülmesi gereken bina sayısı ile deprem bölgesinde yenilenmesi gereken yapı sayısının hemen hemen aynı olduğu ve bunun içinde önemli ölçüde mali kaynağa gereksinim olduğu açık. İstanbul ve çevre iller ve sanayi bölgelerinde ivedi yapı güçlendirme ve dönüşüm çalışmalarına merkezi ve yerel idarelerce başlanması ve adeta dönüşüm seferberliğinin ivedi olarak başlatılması zorunlu. Olası İstanbul ve çevre illeri etkileyecek şiddetli depremlerin, hem büyük ekonomik tahrip hem de jeopolitik ve ulusal güvenlik tehdidi oluşturacağının gözden uzak tutulmaması gerekir. Mevcut yapıların dönüşümü yanında yeni yapı adalarının seçilmesi ve özellikle kentin kuzey kesiminde yeni uydu kentlerin geliştirilmesi ve riskli bölgelerdeki nüfusun kademeli olarak işgücü kaybı olmadan bu yeni yerleşimlere aktarılması, önemli bir bölgesel gelişme politikası olmalı. Bu çerçevede büyük altyapı yatırımları ile Kanal İstanbul gibi projelerin depreme dayanıklılığı ve kötü durum senaryosuna göre projelerinin hazırlanması ve büyük ölçekli projelerin neden olabileceği gayrimenkul değer artışının proje finansmanına katılmasına yönelik çalışmalara ihtiyaç bulunuyor" dedi.

BİZE ULAŞIN