Deprem hocaları Türkiye için yol haritasını çizdi

Deprem bölgelerinde beton yapılar yerine çelik yapıların artırılması, binalarda panik odalarının yapılması, deprem haritasının yenilenmesi, yapıların belirli sürelerde muayeneye tabii tutulması deprem sonrası alınacak önlemlerden bazıları. Deprem uzmanları ve bilim insanları deprem sonrası yapılması gerekenleri anlatırken, oluşabilecek büyük sorunlara da dikkat çekiyor.
27.02.2023 13:13 GÜNCELLEME : 27.02.2023 13:13

AYŞEGÜL KÜÇÜKKURT ZOR / HAYRİYE MENGÜÇ Kahramanmaraş'ta merkez üssü Pazarcık ve Elbistan'da 6 Şubat Pazartesi günü sabah saat 04:17 ve öğlen 13:24 sularında 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde iki deprem gerçekleşti. Depremde başta Kahramanmaraş olmak üzere; Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay olmak üzere 10 ilde büyük yıkıma yol açtı. Can kaybının yüksek olduğu illerde, maddi ve manevi hasar ise çok büyük. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre sarsıntı yerin 7 kilometre altında gerçekleşti. Bilim insanları ve jeofizik mühendisleri uzun zamandır o bölgede depremi beklediklerini söylerken bundan sonrası için ise ciddi uyarılarda bulunuyor. Bu 10 ilin özellikle yer zemini konusunda araştırılması gerektiğini söyleyen uzmanlar, yapılacak yeni binaların depreme dayanıklı yöntemlerle inşa edilmesi gerektiğini belirtiyor. Binalarda panik odalarının yapılması, toplu ortamlardaki kapıların dışa doğru açılması, betonarme binalardan ziyade çelik konstrüksiyonlu binaların yapılması, binaların belirli dönemlerde muayenelerinin yapılması, alınabilecek önlemlerden bazıları. Ayrıca bilim insanları deprem sonrasında yaşanacak büyük göçün, işsizliğin ve tarımda yaşanacak sıkıntılar konusunda da uyarılarda bulunuyorlar.

PARA Dergisi olarak alanında uzman jeofizik ve jeoloji mühendislerinden deprem sonrası yapılması gerekenleri araştırdık…

"AFET VE DEPREM OKULLARDA ZORUNLU OLMALI"

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İnşaat Mühendisliği, Yapı ve Deprem Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, deprem sonrası yapılacak her durumun bilimsel veriler üzerinden yapılması gerektiğine dikkat çekiyor. Türkiye'nin deprem sorununu iki ana başlık altında toplayan Sucuoğlu, 2012 yılında çıkan yasayla, Afet ve Acil Durum Müdürlükleri'nin kurulduğunu belirtiyor. "Bu müdürlüklere yeterli sayıda, yetişmiş ve deneyimli inşaat mühendisi, mimar ve jeoloji mühendisleri istihdam edilecek. Her il ya da vali, kendi il sınırları içinde deprem tehlike haritalarını yaptırması gerekiyor" diyen Sucuoğlu, 2012 yılındaki yasanın bunu gerektirdiğine dikkat çekiyor. Yasanın altyapısını kendilerinin oluşturduklarını da ekleyen Sucuoğlu, her ilde bulunan Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı'nın yeterli sayıda mimar, inşaat mühendisi ve yer bilimleri mühendisi istihdam etmesi gerektiğini anlatıyor. "Altı üzerinde deprem olduğu zaman, o ilin parselinde ve semtinde oluşacak yatay ve düşey kuvvetleri gösteriyor. O bölgeye yapacağınız yapının oluşturacağı yükü bir nebze göstermiş oluyor. Bir yapı yaparken ivme değerlerini baz almanız gerekiyor" diyen Sucuoğlu, hangi kuşaktaysanız o kuşağın ivme değerlerinin alınmasının önemine vurgu yapıyor. Binanın yapımı kadar yer bilimleri üzerinde yapılacak çalışmaların da önemi büyük. Sucuoğlu, eğer bir binanın yapımına başlanacaksa, mutlaka oranın yer çalışmalarının yapılması gerektiğini söylüyor. Bu çalışmayı ise 'mikro bölgeleme' olarak isimlendiriyor. "Sağlam zemin üzerine hatta gerekirse kaya üzerine ev yapılmalı. Ovalar, içi su dolu topraklar, plajlar ve tarım alanları gibi yerlerde yerleşim olmamalı. Dolayısıyla inşaat mühendislerinin de imara açık olan yerde yapısını yaparken, altı üzerinde deprem olduğunda, yatay ve düşey yönde hangi düşler geleceğine bakması, haritasını kullanarak ona göre inşa etmesi gerekiyor. Yatay yönde yapılaşmaya gidilmesi şart" diye uyarılarda bulunan Sucuoğlu, enkaz çalışmaları kaldırıldıktan sonra benzer yapıların aynı yere yapılmaması ve yeni yerlerin seçilmesi konusuna vurgu yapıyor. Toplumun deprem konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini söyleyen Sucuoğlu, "Diğer deprem ülkelerinde olduğu gibi ilkokuldan lise son sınıfa kadar doğal afet ve deprem konularını zorunlu dersler içerisine koyarak örgüne çevirmeliyiz. O okullarda bu eğitimi almış bireylerin, 'ben nerede oturuyorum, benim evim sağlam bir zemin üzerine inşa mı edildi, fay hattına yakın mıyım' sorularını sorar hale gelecektir. Japonlardan en büyük farkımız bu sistemi uygulamamak" diyerek Türk mühendislerinin uluslararası düzeye sahip kişiler olduğunu belirtiyor.

"PERİYODİK MUAYENE VE PANİK ODALARI YAPILMALI"

Bölgenin enkazdan kaldırılarak hızlı bir sürede hukuki sürecin başlaması gerektiğini söyleyen Ankara Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı, Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin Müdürü Bülent Kaypak, "Bu işlemler bittikten sonra bölge enkazdan temizlenerek, nasıl bir yapılaşmaya gidileceği el birliği ile bilim insanı ve uzmanlar alınarak ortaya koyulması gerekiyor. İlkokul mezunu bir müteahhit eline teslim edilmemesi lazım" diyerek uzun zamandır bu bölgenin birinci derecede deprem bölgesi olduğunu sürekli dile getirdiklerini söylüyor. Bu bölgenin jeofizik ve jeoloji mühendisleri tarafından zemin koşullarının ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerektiğine dikkat çeken Kaypak, ayrıntılı bir zemin etüdü yapılmasının şart olduğunun altını çiziyor. Sucuoğlu'nun aksine aynı yerlere binaların yapılabileceğini ancak gerekli zemin koşullarının bunun uygun olması gerektiğini söyleyen Kaypak, "Binalar, beş kat değil de iki kat yapılması, betonarme değil de çelik konstrüksiyon üzerine yapılması gerekecek. Mümkünse fay hatlarına uzak noktalara evler inşa edilmelidir. Ovalardan uzak kalarak dağ yamaçlarına evlerin kaydırılmasında fayda var. Aynı koşullarda aynı yere aynı şekilde binalar yapmak, bile bile ölümü beklemektir" diye uyarılarda bulunuyor. Japonya'da bina yapım tekniklerinin değişik olduğunu, Türkiye'dekine benzer şekilde kum gibi yıkılmadığına dikkat çeken Kaypak, "Binanın sağlam yapılması dışında zemin koşullarının kötü olması, binanın yan yatmasına sebep olur" diyor. Ayrıca deprem sonrasında alınabilecek önlemleri Kaypak, şöyle anlatıyor:

"Nasıl arabalarda zorunlu bir şekilde yaptırıyorsak 5-10 yılda bir binaların da periyodik muayeneleri olmaları gerekiyor. Binaların alt katları dükkânsa, alanı geniş tutmak için (mobilya, oto galeri) kolonları kesiyorlar. Sizin bu kolonu kesildiğinden haberiniz dahi olmuyor. Konutlarda tabii ki toplu alanlarda kapıların dışa açılması uygundur. Örneğin; yeni binalarda panik odaları yapılabilir. Bir binanın bütün duvarları en alttan en üste kadar betonarme yapılmalıdır ki, anında herkes o odaya toplandığı zaman kesinlikle duvarları yıkılmasın. Beton bloklar olduğu için ayakta kalacaktır. Japonya'da odaları çapraz şeklinde çelik yapılarla destekliyorlar. Binayı dıştan bir çerçeve içerisine alıyorlar. Güçlü binalar istenirse yapılır ama maalesef yapılmıyor, kimsenin de işine gelmiyor. Denetimin bu süreçte çok sıkı olması gerekiyor."

"SADECE DEPREM DEĞİL, TÜM AFETLER DÜŞÜNÜLMELİ"

Akademisyenlerin, mühendislerin, kamu kuruluşlarının, belediyelerin ve medyanın depremde etkilenen 10 bölgeye odaklanması gerektiğini söyleyen Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde görevli Jeoloji Mühendisi Doç. Dr. Bülent Özmen, bölgede salgın hastalıkla ilgili ciddi önlemlerin alınması gerektiğine dikkat çekiyor. "Geçmiş dönemlerde fay yasası gündeme geliyordu. 7269 sayılı yasa kapsamına bir madde eklenerek, diri fayların üzerine veya yakınına tampon bölge belirlendikten sonra, o bölgelerin yerleşime kapatılmasıydı. Mekânsal planları yaparken, imar planı ve çevre düzeni, o bölgenin diri fayları, haritanın ölçeğine uygun şekilde işlenmesi, zemin özelliklerinin belirlenmesi, zemin özelliklerinin deprem dalgalarına büyütme özelliği varsa bu alanların belirlenmesi gerekiyor" diyerek sadece deprem değil, diğer afetlerin de düşünülerek yapılması gerektiğini söylüyor. Ayrıca heyelan olasılığı, çökme, sıvılaşma, yanal yayılma gibi olumsuzluklar gösterebilecek jeolojik bilimler varsa, bu durumun imara açılmadan önce belirlenmiş olması ve bunların da imar planlarına yansıtılarak, o bölgelerin yerleşime uygun olmayan alan ilan edilmesi ve sonra yerleşime açılması gerektiğini de belirtiyor. Bu önlemler alındığı takdirde, deprem ve diğer afetlere karşı daha hazırlıklı olabileceğimizi anlatıyor.

Özmen, Türkiye'de resmi deprem bölgeleri haritası ve deprem tehlikesi haritası çalışmalarının yapıldığını, ilk haritanın 1945 yılında çıktığını söylüyor. Sonralarında ise bu haritaların sırasıyla 1947, 1963, 1972, 1996 ve 2019 yıllarında yayınlanarak yürürlüğe girdiğini ifade ediyor. "Bunlar resmi haritalar. Biz akademisyenler olarak bunlara benzer çalışmalar yapıyoruz ama önemli olan bunun resmi kanallar üzerinden yayınlanması. Buna da herkesin uyması gerekiyor. Biz, Gazi Üniversitesi olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yayınlanmış, bütün resmi deprem tehlike haritalarını ve bina deprem yönetmeliklerini Jeoloji Yüksek Mühendisi Prof. Dr Süleyman Pampal hocamız ile beraber, gün ışığına çıkarmıştık. Bunların hepsi kaybolmuştu ve ulaşılamıyordu" diyen Özmen, üzerinde çalıştıkları konular hakkında bilgiler paylaşıyor. 2019 yılında yayınlanıp yürürlüğe giren deprem haritasına, vatandaşların e-devlet üzerinden girerek bakabildiğini söyleyen Özmen, oradaki değerlerin anormal olması halinde revizelerin yapılması gerektiğini belirtiyor.

"ATIKLARIN AYRILMASI GEREKİYOR"

Özmen'in dikkat çekmek istediği diğer bir konu ise binalardan çıkan atıkların ciddi anlamda ayrışması gerektiği. Bunlar 'nasıl ayıklanacak, şehri boşaltırken nereye atılacak' gibi soruların bir an önce yanıt bulunması gerektiğini söylüyor. Ayrıca insanların sadece yıkılan binalara odaklandığını ancak o bölgede yıkılmayan pek çok binanın da bulunduğuna dikkat çeken Özmen, istenildiğinde haritaya, zemin etüdüne ve bina deprem yönetmeliğine uyulduğunu söylüyor. "Japonya, yaşanan büyük depremlerin ardından ders çıkarıyor ve standartlarını her daim tavizsiz bir şekilde ona göre belirliyor. Aldıkları dersleri yasa ve yönetime ekletiyorlar. Biz de yönetmelik ve haritalar olmasına rağmen işleyişte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bu kurallara kim uymuyorsa mutlaka cezalandırılmalı" diye de ekliyor.

"KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI HIZLANMALI"

Türkiye'de hangi illerin tehlikeli olduğundan ziyade tehlikede olmayan illere dikkat çekmenin daha doğru olacağını söyleyen Jeoloji Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Süleyman Pampal, Türkiye'nin tamamının deprem tehlikesi altında olduğuna dikkat çekiyor. "Kahramanmaraş'ın bulunduğu bölge; Arap levhası, batıda Afrika levhası, kuzeyde Anadolu levhacığının sınırını oluşturuyor. Bu depremde 400 km'lik alan uzunluğunun kırıldığı anlaşılıyor. Yedi buçuk metre ile sekiz metrelik kaymadan söz ediliyor. Yedi buçuk metre Arap levhası kuzeye, Anadolu levhası güneye doğru hareket etmiştir. Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Elâzığ, Bingöl, Adıyaman, Gaziantep, Diyarbakır ve Erzincan kadar, fayın üstü sayılır" diyen Pampal, illerin bu sebeple yıkıma uğradığını belirtiyor. İstanbul, İzmit, Sakarya, Düzce, Bolu, Karabük, Çankırı, Kastamonu, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan illerinin çok tehlikeli deprem kuşağı üzerinde oldukları söyleyen Pampal, bu bölgelerde her an büyük bir depremin yaşanabileceği konusuna vurgu yapıyor. "Bu fayların üzerinde alüvyal faylar bulunuyor. Bütün bu şehirler de alüvyal ovalar üzerine kurulmuş. Yani bu, depremin ivmesini üç-dört katına çıkarmak demek" diye anlatan Pampal, bu zeminlerin üzerine çok katlı ağır betonarme yapıların inşa edilmesine devam edildiğini belirtiyor. Depremin yaşandığı illerin dışında vatandaşların beklenen Marmara Depremi için çok hızlı kentsel dönüşüme gidilmesi gerektiği uyarılarında bulunan Pampal, İstanbul için ise şu uyarılarda bulunuyor: "İstanbul için yapılacak en hızlı hareket kentsel dönüşüm yasasının hızla uygulanmasıdır. Şehrin tek şansı, ince bir kıyı hattının başında genellikle kıyıdan biraz fazla uzaklaşırsanız gayet sağlam kaya zeminler vardır. Oralarda betonarme yapıları tekrar inşa edebilirsiniz. İmar uygulamalarında ufak değişiklikler, vatandaşa destek olur. Bu durum artık milli bir mesele haline gelmelidir."

"BELEDİYELERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR"

Akdeniz Üniversitesi Deprem Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ramazan Özçelik, Türkiye'nin deprem kuşağı üzerinde olan bir bölge olduğunu, her an başka bir noktasında da deprem olabileceğini söylüyor. Bugün Doğu Anadolu Fay Hattı'nda meydana gelen depremin, yarın başka bir fay hattında meydana gelebileceğini belirten Özçelik, "Nüfusumuzun da büyük bir kısmı deprem kuşağı olan bölgelerde yaşıyor. Deprem bizim hayatımızda rüzgâr, yağmur, kar gibi bir gerçek" diye konuşuyor. Depremlerin nerede yaşanabileceğini çalışmaları sonuçlarında tahmin edebildiklerini belirten Özçelik, "Van'ı nokta olarak alırsak Karadeniz'e paralel bir şekilde İstanbul'a uzanan, Hatay'a doğru giden bir fay bölgemiz var. Ege Bölgesi de deprem tehlikesi olan yerlerden biri. Sadece ne zaman meydana geleceğini bilmiyoruz" diyerek her zaman deprem olacakmış gibi davranmanın önemine vurgu yapıyor. Herhangi bir bina yapılırken deprem yönetmeliği kullanıldığını söyleyen Özçelik, "Yönetmelikteki en kapsamlı değişiklik 1998 yılında meydana geldi. O şartnameyi kullanmayı fırsat bulamadan 1999 depremi yaşandı. Problemimiz 1998'deki şartname kullanılmadan yapılan binalar. Bugün yıkılan binaların büyük bölümü 1998 öncesi yapılar. Bu yapılarımızdaki beton ve demir miktarının yetersiz olmasından yıkımlar gerçekleşiyor. Deprem şartnamemizde 25 birimden daha düşük betona izin verilmezken, yıkılan binalarda muhtemelen 5 ila 10 birim civarında" olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Dayanıklı bina inşa etmede bir problemimiz yok ancak problemimiz eski binalar. Binanızın iskânı bu tarihten önce alındıysa yıkım tehlikesi altında kalabilirsiniz. Bu yapılar ile ilgili çok acil bir şekilde müdahale gerekiyor. Bu konularda belediyelere çok büyük görev düşüyor. Bugün AFAD'ın sayfasına girdiğinizde oturduğunuz konumun depremselliği konusunda tehlikenin ne seviyede olduğunu görülebiliyor."

"VİRGÜLDEN SONRAKİ RAKAMLARA DİKKAT"

Bölgede yapılan çalışmaların halen devam ettiğini söyleyen Jeolog Prof. Dr. Okan Tüysüz, depremleri insanlara benzeterek, hepsinin karakterlerinin farklı yapı ve şekillerde olduğunu söylüyor. Her fayın başka kayalar içerisinden geçtiği için yapılarının farklı olduğunu anlatan Tüysüz, Çin'de yaşanan örneği veriyor; "1976'da Çin'de bize benzer bir iki farklı bir deprem meydana geldi. 300 bine yakın can kaybı ortaya çıktı. Yedinin üzerinde yaşanan sekiz ve daha büyük depremler, genellikle denizde meydana geliyor. Deniz içerisinde insan yaşamadığı için deprem oluyor ama ortaya çıkan hasar sınırlı kalıyor. Bunun ekstrem örnekleri Japonya ve Endonezya'da gerçekleşen büyük tsunamiler, dokuzu geçen depremler sonucunda oluşmuştur. Karada meydana gelen depremlerde bunun büyüğünü gördük mü, gördük. Bunlar seyrek görünen, büyük oldukları için de hasarı büyük olan depremler oluyor." Depremlerin virgülden sonraki rakamlarına da değinen Tüysüz, bu rakamların çok değerli gözükmese de depremin gücünün neredeyse yüzde 200 oranında artırdığına dikkat çekiyor. Uzun dönem deprem görülmeyecek yerleri ise şöyle sıralıyor; "Yapılan çalışmalar Pazarcık, Gölbaşı, Nurdağı, Islahiye, Kırıkhan, Hassa ve Antakya'da fay hatlarının kırıldığını gösteriyor. İkinci fay ise Elbistan civarı. Bu bölgede Göksun'a kadar uzanıyor. Batısında tetikleme olasılığı sürüyor. 7.8'lik bir depremi baz alırsak artçılarında 6.8'e kadar çıkabileceğini söyleyebiliriz. Bu da hasar görmüş ve çok zayıf yapılarda yeni hasarlara yol açabilir."

"Binalar yurtdışındaki gibi mutfaksız, banyosuz satılmalı"

Prof. Dr. Cenk YALTIRAK / İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisi

Türkiye tehlike haritasının yenilenmesi ve binaların ona göre tasarlanması gerekiyor. Eğer eski harita ile devam edersek bu tür olaylarla karşılaşmaya devam edeceğiz. Risklere göre evler tasarlanmalı. Şu anda Malatya'da, hala kırılmamış Ovacık fayı var. Ovacık fayının özelliklerine göre sadece Malatya'yı ilgilendirecek bir senaryo hazırlanması gerekiyor. Bu Kahramanmaraş için de böyle, Hatay için de. Zemin ve deprem ilişkisi karmaşık konular. Şimdiye kadar bunun yapılmamasının nedeni, bilgisayar teknolojisi ve uydu teknolojisinin bunlara imkân vermemesiydi. Şu anda ise böyle bir durum söz konusu değil. Örnek vermek gerekirsek bir banka, çelik yapı yapan bir şirkete giderek, banka şubelerinde çalışanlarını güven altına almak için çelik yapılar yapabilir miyiz, sorusunu soruyor. Oturmuşlar hemen mühendisler ile çalışmışlar, altı katlı çelik binanın, altı katlı beton bina maliyetinde yapılabilme olanaklarını araştırmışlar. Görmüşler ki yapılabiliyor. Siz beton binayı yapana kadar, altı katlı çelik bir binanın ana arkasını, dış kapısını, tuvaletini ve banyosunu yapıyorsunuz. İç taraflarını dizayn etmek size kalıyor. Ben bu yapıları yapan firmaların sahiplerinden çok kez dinledim. Çok hızlı beton binalar yerine, riskin devam ettiği yerde çelik binalar yapılabilir. Yapabilmeniz için önce onu yapmak istemeniz lazım. Beton binalar için dünya kadar araca ihtiyacınız var. Çelik binaların yapımı bir hafta da bitecektir. Beton binalar ise üç dört ay kadar sürüyor. Bu, vizyon meselesi. Binaların yurtdışındaki gibi mutfaksız, banyosuz satılması gerekiyor. İsteyen kişi istediği şekilde dizayn etmeli ve istediği kalitede her şeyi yerleştirmeli. Yeni deprem fay haritası üzerinde sadece bizim grubumuzun yaptığı bireysel bir çaba var. Kamusal olarak bir çaba yok ama olmasını da gerek yok. Eski anlayışla yapılmış haritanın üzerine kurulmuş bir yönetmelik var. Herkes bu yönetmeliğe uyun, diyor. Ben de diyorum ki, bu yönetmeliğe uymanın maliyetini Türkiye karşılayamaz. Doğuda karşılayamadığı için de tedbir alınamadı.

"Kapıların hepsinin dışarı doğru açılması gerekiyor"

Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN / Jeofizik Yüksek Mühendisi

Bizim çok iyi bir deprem yönetmeliğimiz bulunuyor. Ancak bu deprem yönetmeliğinin çalışmadığı, bu felaket ile görülmüş oldu. Kaldı ki bize danışanlara, 2007'den sonra yapılmış bir yapı ise kiralayın ya da satın diye söylüyorduk. Ama bunun böyle olmadığını gördük. Burada çalışmayan olay, müteahhitler hırsızlıklarına devam etmiş. Yapı denetim kuruluşları, maaşlarını müttehitlerden aldıkları için yapılan yanlışlara göz yumdular. Yapıların yüzde 20'si, yerden gelen sorunlar nedeniyle yıkılır. Yüzde 80'i ise yapıdan gelen sorunlarla yıkılır. Dolayısıyla yapı denetim kuruluşlarının adı yer-yapı denetim kuruluşları olarak değiştirilmesi gerekiyor. Yani yerinde denetlenmesi gerekiyor. Onun için kadrolarına jeofizik mühendisleri almaları gerekiyor. Bu çok büyük bir eksiklikti. Bunu sürekli 2007 yılından bu yana dillendiriyordum. Kara sonucunu şimdi yaşıyoruz. Ayrıca Hammurabi Yasaları gibi, her yapıdan denetim kuruluşu, aynı zamanda o yapının sigorta kuruluşu olmakla yükümlü olmaları gerekiyor. Eğer o yapı yıkılırsa, o yapının bütün maliyetini, cezai olarak üç kat maliyetli olarak ödemeleri gerekiyor. Ayrıca her ölen insan için tazminat ödemeleri lazım. Ayrıca o kişinin bir daha yer-yapı denetçisi olmaması üzere yetki belgelerinin elinden alınması gerekiyor. Bu işi ancak böyle düzeltebiliriz. Çünkü Türkiye, yapı teknolojileri konusunda çok iyi malzeme üreten bir ülke konumunda bulunuyor. Ama bunu kullanmazlarsa ne işe yarar? Türkiye'deki depremlerin yüzde 75'i dikmeyle kolon bağlantılarının iyi yapılmamasından kaynaklanıyor. Bunu her depremden sonra dillendirmememize rağmen bir türlü beceremedik. Diğer bir olay ise Amerika, deprem konusunda bize benzeyen bir ülkedir. Orada her kapı dışarıya doğru açılır. Genellikle toplu oturulan yerlerde yapılır ve bar kapısına benzer. Bizde ise kapıların hepsi içeri doğru açılır. Dolayısıyla Türkiye'de, deprem olduğu zaman insanlar dış kapıya kadar yöneldiği için ve dış kapının önünde birçok insan toplanması nedeniyle kapıyı bir türlü içeri doğru açamazsınız ve insanlar orada toplu olarak ölürler. Bütün kapı standartlarında bugünden tezi yok, kapıların hepsinin dışarı doğru açılması gerekiyor. O bölgede orta hasarlı ve yoğun hasarlı yapıların yıkılması gerekiyor. Hasarsız olan yapılar belirlenerek, gerekirse güçlendirilerek yerleşmeye açılabilir. Ancak yıkılan yapıların yerine yeni bina yapılmaması gerekiyor. Kentlerin daha güvenli ve dağ yamaçlarına taşınmaları gerekiyor. Dünya Afet Yasası der ki, bir yerde afet olmuş ve bina yıkılmışsa, o onarılmaz ve iskâna açılamaz, yeni bir bina da onun yerine yapılamaz. Bu depremin maliyeti kişi başına 1 milyon 250 bin dolar. Toplam maliyeti ise 35 ile 50 milyar dolardır. Türkiye'nin kalkınmasını -1-2 puan geriye çekecektir. Depremin en fazla olduğu yer sığınmacıların olduğu yerdir. Orada demografik yapı değişeceği için, Türkiye'nin stratejik sorunu ortaya çıkmıştır. Hatay, Kilis ve Gaziantep'ten, toplu olarak o bölgeden göç ederek batıya doğru gitmek isteyenler olabilir. Bunun yönetim tarafından kontrol edilmesi gerekiyor. Deprem sonrası boğuşacağımız sorunlar daha farklı olacaktır. Hayvanların çoğu telef oldular. Tarım yapan köylüler ölmüştür, onlara ulaşamamıştırlar. Gıda ve et fiyatları artacaktır. Tarım yapan köylülerin sayısı azalacaktır. Bu konuda acil önlem almak gerekiyor.

"Bölgesel bir afet müdahale planı oluşturulmalı"

Prof. Dr. Şerif BARIŞ / Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Yer Fiziği Ana Bilim Dalı Başkanı-Sismoloji Uzmanı

Biz tek bir deprem beklerken özellikle değeri bu kadar büyük iki depremle ilk kez karşılaştık. Son depremler bize gösterdi ki;

1- Türkiye Afet Müdahale Planı ve her il için afet müdahale planımız var ancak bölgesel bir afet müdahale planına ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Bundan sonrası için bu konuda mutlaka çalışmalar yapılmalıdır.

2- Şu an deprem bölgesinde yaşanan en önemli sıkıntı vinç operatörü ve iş makinelerini kullanacak kişilere ulaşılamaması. Bölgesel afet müdahale planlaması yapılırken farklı illerden yedeklerin belirlenmesi, iletişim adresleriyle birlikte hazır edilmesi gerekiyor.

3- Deprem nedeniyle zarar gören yolların hızla onarımını yapacak askeri birlik ve karayolları ekiplerinin çalışmaları çok önemli. Bu konudaki planlar acil revize edilmeli.

4- İskenderun gibi alüvyonlu toprak ve yumuşak zemine oturan illerdeki toprak özel zemin etütlerinin yapılıp, saptamaların yapılması lazım. Bundan sonra yapılaşmanın yeni zemin etütlerine göre uygulanması sağlanıp denetlenmesi gerekiyor. Özellikle yumuşak zeminlerdeki hastane ve diğerleri gibi özel kamu binalarının deprem sonrası hizmet vermeye devam etmesi için, mevcutlarının hızla gözden geçirilip depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekli, getirilemiyorsa hemen yeniden inşasına başlanmalı.

5- Her fırsatta belirttiğimiz gibi Türkiye bir deprem ülkesi. Bireylerin de afet acil planlarının olması gerekiyor. Bu konuda büyük işletmelere ve sanayicilere de görev düşüyor. Bünyelerindeki çalışanlarına yönelik eğitim ve afet acil planlarını yapmaları konusunda uyarılarda bulunmalı. Şirketler, kendi acil müdahale planlarını oluşturup gerektiğinde bunların uygulanabilmesi konusunda gereken tedbirleri alıp organizasyonlarının sağlanması konusunda çok dikkatli olmalı.

Son söz: Bu depremler, ülke olarak depreme çok hazırlıksız olduğunu gösterdi.

"Yerleşme alanlarımızı, köylere kadar güvenli hale getirmeliyiz"

Prof. Dr. Namık ÇAĞATAY / Yerbilimci ve Bilim Akademisi üyesi

Bu depremlerden sonra neler yapmamız gerekir sorusuna verilecek ilk yanıt, 'önceden yapmamız gerekenleri yapmamız gerektiği'dir. Çürük binaların elden geçirilmesi, belirlenmesi, yıkılacaksa yıkılması, yıkılmayacaksa güçlendirilmesidir. Yani gerçek anlamda kentsel dönüşüm olmalıdır. Biz, nerelerde deprem olacağını, iyi biliyoruz. Nitekim, MTA'nın hazırladığı çok iyi fay haritaları var. Tektonik açıdan nerelerde, hangi faylar deprem üretebilir, bunları çok iyi biliyoruz. Buralar Kuzey Anadolu Fayı ve güneyde 6 Şubat depremlerinin de üzerinde olduğu Doğu Anadolu Fayı. Bir de Ege'de çöküntü alanlarının kenarlarında oluşmuş faylar var. Fakat tabii ki ne zaman deprem olacağını kestiremiyoruz. Ancak bu bölgelerde tedbirler almalıyız.
Yeni yapılan binalar ilgili makamlar tarafından gerçek anlamda denetlenmeli. Aslında gerekli yönetmelik, kararname, kanun çıkarıyoruz, ama uygulamada sorunlar var. Bir defa bu uygulamanın doğru düzgün yapılması gerekiyor. Ayrıca deprem açısından tehlikeli bölgelerde eski, dayanıksız binaların tespit edilmesi, gerekiyorsa yıkılması veya güçlendirilmesi için gerekenlerin yapılması lazım. Ayrıca elektrik, doğal gaz, su ve kanalizasyon şebekeleri gibi altyapılarının deprem güvenli olmasını sağlamalıyız. Özellikle altyapının geçtiği hatlarda fay varsa gerekli tedbirler alınmalı. Dolayısıyla yerleşme alanlarımızı, köylere kadar güvenli hale getirmemiz gerekiyor. Bunun adına da 'hasar ve risk azaltma' deniyor. Riski ortadan kaldıramayız, ama önemli ölçüde azaltabiliriz. Afetler eskiden olmuş, bundan sonra da olacaktır, ama bunların zararlarını tedbirler alarak azaltmalıyız. Deprem güvenli binalar inşa eder, eski ve çürük binaları ortadan kaldırılıp insanları daha güvenli yerlere yerleştirdiğimizde zararları azaltmış oluruz.
Yerbilimleri açısından ise İstanbul'da yapılan 'mikrobölgeleme haritalama' gibi projelerin Doğu Anadolu, Kuzey Anadolu fayları ve Ege Bölgesi'ndeki fay hatları üzerindeki şehir, kasaba, köy ve diğer yerleşim alanlarında da yapılmalı. Mikrobölgeleme; zeminin depreme karşı tepkisini ölçen parametrelerin ölçülerek yapıldığı haritalardır. Nerelerin yerleşime daha uygun olacağını, ne tür beton ve demir yapısı kullanması ve kaç kata kadar kolon genişliğinin nasıl olması gerektiği gibi parametreler, bu haritalara göre belirlenebilir ve buna göre yerleşim alanları ve imar planları yapılır. Böylece buralarda devreye girecek inşaat mühendisleri, binaları gerekli şekilde yapar.
Diğer bir konu da erken uyarı sistemlerinin bu faylar üzerinde yerleştirilerek fay etkinliğini izlemek gerekiyor. Bazı sistometreler, fay zonları boyunca şu anda yerleştirilmiş durumda. Kandilli ve AFAD'ın istasyonları var. Bunlar fay hareketlerini, deprem dalgalarını algılayarak sistometre ile ölçüyorlar. Bunları daha da yaygınlaştırmak ve ivme ölçerlerle desteklemek gerekiyor. Bir de buna ek olarak uydu teknolojileri var. Uydudan veri alarak GPS, Radar InSAR teknolojileriyle faylar boyunca yer kabuğu hareketleri ve deformasyonları (yamulmaları) çok hassas bir şekilde izlenebilir, heyelan olaylar önceden belirlenebilir. Örneğin InSAR (interferometrik sentetik açıklıklı radar, jeodezi ve uzaktan algılamada kullanılan bir radar tekniği). Bu yöntemlerle de bu yer hareketlerini, fay hareketlerini izleyebiliyoruz. Bunların bazıları, sismolojik yöntemlerle birlikte erken uyarı sitemleri olarak kullanılıyor ve bunların ülkemizde de kullanılması gerekiyor. Bu teknikleri kullanabilen bilim insanlarımız İTÜ ve Kandilli'de (BÜ) var. Özellikle sismolojik yöntemler; erken uyarı sistemi olarak doğal gaz, su ve diğer şebekelerin kapatılması için kullanılıyor. Mesela İstanbul'da kuruldu ve bunlar yapılıyor. Ancak Türkiye sadece İstanbul değil. Ülke çapında özellikle bu fayların bulunduğu yerlere yaygınlaştırarak bu sistemleri kurmamız ve kullanmamız gerekiyor.

"Eğitilmiş bir toplum ne yapacağını bilir"

Prof. Dr. Yücel YILMAZ / İTÜ Jeoloji Mühendisliği emekli Öğretim Görevlisi

Bundan sonra yapacağımız, bundan önce yapmamız gerekip de yapmadıklarımızdan alacağımız derstir. Eğitimsiz bir toplum depreme hazırlanamaz. Eğitimden kastım okullaşma değildir. Türkiye'de neredeyse nüfusun yüzde 90'dan fazlası okullaşmıştır ama çoğunluğu eğitilmemiştir. Eğitim bilgi aktarımı değil. İyiyi kötüden yanlışı doğrudan ayıran nesiller yetiştirmektir. Deprem gerçeğini bu ülkenin önemli bir parçası olarak eğitimin içine koymuş olsaydık; arayan, araştıran, soruşturan, nedenlerinin üstünde sürekli soru soran, tedbir alan nesiller, "Aaa…" diye böyle bir felaketle karşılaşmazdı. Deprem ülkesi sadece Türkiye değil ki… Bizden daha çok deprem Japonya'da oluyor. Bizimki kadar şiddetli deprem oluyor. Ama depreme hazırlıklı nesiller yetiştirmişler. Eğitim, gerekli tedbirleri almamızın şemsiyesidir. Eğitilmiş bir toplum ne yapacağını bilir. Eğitilmemişse bu olay, süreç içinde birkaç yılda unutulur, toplum sıfıra döner tekrar. Bundan ders alınmazsa üç-beş sene sonra İstanbul depreminde Türkiye yok olur. İstanbul depreminin ya da herhangi bir depremin ne zaman olacağını hiç kimse bilmiyor. Neden? Çünkü depremin önceden kestirilmesine, deprem olacak ülkeler milyonlarca dolar araştırma yapıyorlar, hala şu anda, pek çok yöntemle. Bunlardan ipuçlarıyla depremin yaklaşmakta olduğunu tahmin ediyorlar.

Bu arada depremin gün hesabını kimse yapamaz. Diyelim ki kanser hastasına doktor diyor ki, üç ay zamanın kaldı. Ne gün öleceğini söyleyebiliyor mu? En çok üç ay yaşar hasta. İnsan hayatı 50 yıl, 60 yıl, 70 yıl... Biz milyonlarca yıllık dünyadan bahsediyoruz. Gün hesabı, bunu hiç kimse söyleyemez. Bir tarihte biz buna çok yaklaştık diye Japonya'daki depremin olacağını söylediler, gününe kadar o şehri boşalttılar, deprem iki gün sonra oldu. Şimdi İstanbul'u mu boşaltacaksınız? Dolayısıyla tedbir şehri boşaltarak değil, deprem olacağını bildiğimiz şehri depreme eğitim ve altyapı ile hazırlayarak olur.

"Türkiye'nin hasar dağılım haritası çıkarılmalı"

İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Ziyadin Çakır, "Bu deprem bize gösterdi ki afete mücadelede yeterince hızlı değiliz" diyor. Bunun en önemli nedenini, "Afetin ne kadar geniş bir alana yayıldığının ve ne miktarda olduğunun çok hızlı bir şekilde elde edilememesi" olarak gösteriyor. Prof. Dr. Ziyadin Çakır, "Yani 'hasar dağılım haritalarının' elde edilememesi" diyerek açıklıyor. Hasar dağılım haritasının önemini ise Prof. Dr. Çakır, şöyle açıklıyor:

"Şu anda AFAD hasar dağılımını, muhtarlardan ve diğer yetkili kişi ve kurumlardan ve de vatandaşlardan gelen ihbarlar oluşturuyor. Ancak depremle birlikte iletişim hatlarında meydan gelen kesintiler nedeniyle ilk saatlerde birçok yerleşim yeri ile erişim sağlanamadı ve bu nedenle de hasar dağılımı çok hızlı bir şekilde elde edilemedi. Bu haritaların doğru bir şekilde çıkartılması durumunda deprem sonrasında nerede ne kadar yıkım var ve hangi yollar kapalı belirlenebilir. Bu bilgiler doğrultusunda da afete müdahale çok etkin ve hızlı bir şekilde planlanıp arama kurtarma ekiplerinin ve iş makinalarının sevk ve idaresi gerçekleştirilebilir. Böylelikle daha fazla insanın enkaz altından sağ çıkartılabilmesi sağlanır."

Prof. Dr. Ziyadin Çakır, sorularımızı şöyle yanıtladı:

-Hasar dağılım haritası nasıl yapılacak?

Hava ya da uzay bazlı olması gerekiyor. Uzay bazlı bir şey yok, ama uçakların ve insansız hava araçlarının kullanılması gerekiyor. Şöyle yapılıyor: Bu konudaki en güzel yöntemler, lazer (LIDAR) ve sentetik açıklıklı radar (SAR) teknolojileridir. Ancak deprem öncesinde bu tekniklerde afet alanının taranması gerekiyor. Depremden hemen sonra yeniden bölge taranır ve afet öncesi görüntülerle kıyaslanırsa hasar dağılımı hızlı bir şekilde ortaya çıkar.

-Peki şu an nasıl yapılacak bu Hocam? Beklenen İstanbul depremi için yapılması gerekiyor diyorsunuz… Hasar dağılım haritasını bugün kim yapacak?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, LIDAR taramasını farkı amaçlar için yapmış durumda. Ellerinde bir ölçüm var. Ancak bu epey zaman oldu, tabii bir sürü bina yapıldı ve değişti yeryüzü. Bunun tekrarlanması gerekiyor. Yani, altı ayda bir yapılması gerekiyor ki deprem olduğunda yakın zamanda elde edilmiş bir veri olsun. Belediyenin iştiraki Bimtaş var. Bildiğim kadarıyla Bimtaş'ın elinde bu cihaz bulunuyor. Ama cihaz küçüldü, ucuzladı ve insansız hava araçlarıyla da yapılabiliyor. Dolayısıyla bunu artık belediye mi yapar, Çevre Şehircilik Bakanlığı mı yapar, bilmiyorum, birilerinin bunu yapması lazım. Sadece İstanbul değil, bütün Türkiye için bunun yapılması gerekiyor. Çünkü depremin nerede olacağı bilinmiyor.

-Bunun dışında yapılması gerekenler hakkında neler söylersiniz?

İkinci çok kritik olan şey, iş makineleri yetersiz. Aslında çok iş makinesi var, ama iş makineleri nerededir, bunların operatörleri nerededir bilinmiyor. Oysa teknoloji ile iş makineleri ve operatörlerin takip edilmesi çok kolay. İş makineleri nerede, operatörleri kimler, potansiyel kullanıcılar kimler, bütün bunlar coğrafi bilgi sistemleri içinde takip edilse, hızlı bir şekilde bunlar yönlendirilebilir, iş makineleri ve ekiplerin gideceği yerler organize edilebilir. Hızlı müdahale edilebilir. Dolayısıyla hasar tespiti için hasar tespit haritalarının çıkarılması ve iş makineleri yani enkaz kaldırma ile ilgili bütün cihazların online olarak takip edilmesi gerekir.

Ayrıca devletin arama kurtarma ekip ve derneklerini bir şekilde desteklemesi, finanse etmesi ve teşvik etmeli. Onlarla sürekli iletişim halinde olması ve bir afet olduğunda bunların sevkiyatını, organizasyonunu zorunlu olarak yapması gerek.

Onun dışında eski binalar başlı başına bir dert. Dönüşüm kolay değil, ama en üzücüsü 2000'den sonra yapılan binalarda problem olmaz, 2000 öncesi eviniz varsa satın, oturmayın derdik ama bu depremde yeni binaların da yıkılması çok düşündürücü. Elimizde bir veri yok, yeni yapılan binaların yüzde kaçı çöktü ve hasar aldı bilmiyoruz. Ama bu örnekler o kadar çok anlatılıyor ki sosyal medyada, sanki tüm yeni binalar da depreme dayanıksız gibi bir algı oluşuyor ki bu, son derece rahatsız edici. Bu depremler bize göstermiştir ki, bina yapım yönetmeliklerinin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesi gerekiyor.

BİZE ULAŞIN