NUR DEMİROK Dünyamızın şu andaki durumu ve küresel iklim değişikliği, gelecek için en büyük soru işaretini de beraberinde getiriyor: İçme suyu sorununa küresel anlamda kalıcı bir çözüm bulunacak mı?
Yeraltı tatlı su rezervlerinin azalması ya da kontamine olması; mikro plastiklerin sulara karışması, yoğun çevre kirliliği gibi problemler de bu süreci hızlandırıyor.
Buna ek olarak buzullar her geçen gün biraz daha eriyor; eriyen sular da içme suyu olarak değerlendirilemeden çoğunlukla deniz ve okyanus sularına ya da toprağa karışarak yok oluyor.
Dünyadaki toplam suyun yüzde 95'i deniz ve okyanuslardaki tuzlu sular. Kalan tatlı suların da büyük bir kısmı, buzullarda ya da toprak altında iyice izole olmuş durumda.
Sonuçta içme suyu olarak nitelendirilen su miktarı kimi kaynaklara göre yüzde 1'den biraz fazla, kimi kaynaklara göre ise bundan daha da az!
Yağmur ve kar sularının eriyerek topraktan süzülüp kaynak suyuna dönüşmesi ve buna benzer doğal döngülerde de -iklim değişiklikleri nedeniyle- sorunlar oluşuyor.
Tam da burada sorgulanması gereken en önemli konu, bozulan doğal döngülerin nasıl yeniden oluşturulabileceği ve baş döndürücü nüfus artışlarıyla birlikte oluşması muhtemel içme suyu sıkıntısının nasıl giderilebileceği…
NESİLLERDEN BU YANA EN ÖNEMLİ İHTİYAÇ…
Biliniyor ki, uzun çağlardan beri içme suyu doğal kaynaklardan, kuyu sularından, çeşitli akarsu ve göllerden kimi zaman da yağmur ve kar sularından elde ediliyordu.
Uygarlığın ilerlemesiyle birlikte antik dönemlerden bu yana (özellikle Akdeniz Havzası gibi bölgelerde) yağmur suyu biriktiren sarnıçlar ve barajlar daha fazla görülmeye başladı.
Nitekim yazılı tarihte bilinen ilk barajlar, içme suyu elde etme ve tarımsal sulama amacıyla Antik Mısır'da günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce Nil Nehri kıyılarında görülmeye başlandı.
İnsanlar daha o çağlarda da içme suyu tedariki konusunda yaratıcılıklarını epey kullanıyorlardı: Deniz kenarına yakın kuru bölgelerde ya da uzun deniz yolculuklarında 'desalination' da denilen 'tuzdan arındırma' yöntemleri kullanarak deniz suyundan içme suyu elde edebiliyorlardı.
Ayrıca bunu doğal güneş ışınları ya da ısı kullanarak elde ettikleri deniz suyu buharını toplayarak başarıyorlardı. Kalan koyu tuzlu karışımı da (salamura) besin saklamak amacıyla değerlendiriyor veya daha da kurutarak 'doğal deniz tuzu' üretiyorlardı.
Yukardaki yöntemler günümüze uyarlanmış modern versiyonlarıyla halen devam ediyor.
Bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde deniz suyundan 'ters osmoz' (reverse osmosis) tekniğiyle içilebilir su elde edilen tesisler kuruluyor.
Bu yöntem tuzlu suyu basınçla filtre zarlarından geçirerek ayrıştırma işlemiyle gerçekleşiyor. Kalan tuzlu su karışımı (salamura) da denize geri bırakılıyor.
Deniz suyunun bolluğu göz önünde bulundurulduğunda bu şekilde içme suyu elde etmek çok cazip görülebilir. Ancak bu süreç hiç de sorunsuz değil; kurulan tesislerin çoğunda fosil bazlı enerji kaynağı kullanılıyor.
Şimdilerde güneş panellerinden enerji elde etmek söz konusu olsa da deniz suyundan içme suyu elde etmek diğer yöntemlere göre epeyce pahalı.
Ayrıca, denize geri bırakılan yoğun tuzlu karışım kimyasal atıklar da içerebiliyor. Bu durumun uzun vadede denizlerdeki doğal yaşamı ve ekolojik sistemleri de hayli etkileyebileceği düşünülüyor.
ARAŞTIRMALAR SÜRÜYOR
Aslında deniz suyu gelecek nesiller için bir umut olabilir ve tatlı su rezervlerine bağımlı kalmak az da olsa önlenebilir. Ancak sürdürülebilir ve çevre kirliliğine neden olmayan enerji kaynakları bulunması, bu tesislerin daha ucuza mal olması ve yaygınlaştırılması için gerekli.
Elbette içme suyu tedariki için baraj, su arıtma tesisi ve akuadük gibi zaten var olan metotlar günümüzde daha da gelişiyor. Özellikle yağmur sularını biriktiren yeni nesil modern sarnıçların da gündemde olduğu görülüyor.
Yağmur suyunun en saf içme suyu olduğu söyleniyor, ancak bu suyun özellikle (biriktirilmesi aşamasında) çeşitli bakteri ve virüslere, sızan kimyasal atıklara hatta insan sağlığını tehdit eden parazitlere maruz kalabileceğini de unutmamak gerekiyor.
Yağmur suyu çok kolay bir çözüm gibi görünse de kurak iklimlerde yer alan veya hava kirliliği olan bölgeler için hiç de pratik ve uygun değil. Ayrıca yağmurlu coğrafyalarda büyük ölçekteki kitlelere ulaştırılması ya da taşınması sorun yaratabilir.
Aynı durum kar suları için de geçerli. Eriyen kar suları, genellikle kaynatılarak ya da süzülerek içme suyu standardına getirilse de içinde çevresel atık, ağır metaller ve mikro plastikler olabiliyor.
Ayrıca, binlerce yıllık buzulların erimesi de sıkışıp kalan ve bilinmeyen çeşitli patojenleri ve mikroorganizmaları da aniden açığa çıkarabiliyor.
İçme sularının yarıdan fazlasının buzullarda saklı olduğu unutulmaması gereken bir durum. Ne yazık ki kutup bölgelerinde eriyen buzul suları genellikle değerlendirilemeden deniz suyuna karışıyor ve deniz suyunu yükseltiyor.
Ancak yağmur suyu ve deniz suyu örneklerinde olduğu gibi kar ve buzul sularını filtrelemek de çaba ve para isteyen komplike bir süreç.
Buna ek olarak kutup bölgelerindeki denizlerde başıboş 'iceberg' oluşumlarının da en saf tatlı sulardan oluştuğu biliniyor. Buzullardan içme suyu elde edilmesi konusunda da çalışmalar sürüyor.
Sonuçta uygarlıkların oluşmasını ve gelişmesini sağlayan, toplumların rahatlık düzeyini belirleyen en önemli unsurlardan içme suyu giderek azalıyor. Gelecek nesiller için bu durumun ivedilikle çözülmesi önemli.